Skip to content

Anarşist yoldaş Jean Weir(Fil Yayınları) ile röportaj

Fil Yayınları’ndan anarşist yoldaş Jean Weir‘a zevkle aşağıdaki birkaç soruyu yönelttik. Jean çevirmen ve yayıncı, aynı zamanda uzun zamandır sokaklardaki anarşist eylemlere de katılmakta. Jean neşeliliği ve açık kalpliliğiyle, duygu ve yaşamla dopdolu, yorulmaz ve güçlü bir karakter.

1- Şimdi, nasıl oldu da kendinizi 19 Eylül 1994’te, dört diğer anarşistle (Antonio Budini, Christos Stratigopulos, Eva Tziutzia ve Carlo Tesseri) birlikte tutuklanmış ve ve İtalya Roveroto‘daki (Serravalle) yerel bir bankanın silahlı soygunuyla suçlanıyor buldunuz? Hayatın bu olayı başlatan duruma nasıl evrilmişti?

Jean – 19 Eylül, 1994’te kendimi nasıl tutuklu bulmuştum?… Aslına bakarsan, cidden “mükemmel bir suç” değildi… Bölgedeki yaşayanlardan bir çift, bazı adamların bir çitten Chizzola dağları ormanına atladığını görmüştü; ardından büyük bir “insan avı” başlamıştı, ve birkaç saat içinde herkesin etrafı sarılmıştı. Ama sanırım sen bunu sormak istemedin. Öncesinde, hayatımın zaman içinde nasıl bu ana gelmiş olduğunu sordun. Hayatımdaki bir çeşit doruk noktası anlamına gelmiş olan bu olaya dair cevap vermeye çalışacağım. Aslında böyle değil. Eğer olan bitenler daha farklı olsaydı ve yakalanmasaydık, hiç kimse bu olay hakkında hiç bir şey bilmeyebilirdi. Sadece, birkaç anarşist yoldaşın “yaşamlarındaki bir gün” olarak kalabilirdi. Hepimizden çalınmış olanların bir kısmını anarşistlerin geri almasında olağanüstü bir şey olmadığını düşünüyorum – tüm diğer mülksüzler gibi hayatta kalma sorunuyla yüzleşmek zorundayız ve dahası, sadece hayatta kalmak istemiyorduk aynı zamanda yoksulluk sınırlarının ötesine geçerek gerçelikte eyleme geçmek istiyorduk. Bazı yoldaşlar tüm ezilenlerin birlikte harekete geçeceği büyük muhteşem günde el koymanın kitlesel bir eylem olacağını düşünüyor, diğerleri ise bunun olmasını sonsuza kadar beklemeye istekli değil, ya da tüm yaşamlarını sömürülerek ve aynı zamanda da başkalarının sömürüsüne katılarak geçirmek istemiyorlar. Geçmişe dönüp bakınca, sıradışı olan şey herşeyi birlikte tartışabilecek yoldaşların olması ve sonunda da muhtemelen birlikte hareket edebilmekti. O zamanlarda bunun normal olmasına rağmen, sıradışı dedim. Bu, informel anarşist hareketin içinde olma boyutuyla ortak bir mücadelenin meyvesi olarak -gösteriler, toplantılar, tartışmalar, eylemler vs.-, karşılıklı olarak birbirimizi (ve kendimizi) tanımamızı derinleştirdi. Yoldaşlar arasındaki ilişkiler derinleşti, birisi bir diğeri hakkında gerçek bilgilere sahip oldu, sadece başarılarımızı değil aynı zamanda bireyler olarak tepki verdiğimiz yolu, dayanıklılıklarımızı ve zayıflıklarımızı da. Buradan birbirini tanıyan ve birbirine güvenen yoldaşların, bazı sorgulamaları daha derinleştirmesi ve mücadeleyi daha ileriye taşımak için denemeye karar vermesi, ve her türlü alanda yeni ihtimalleri ortaya çıkarmasının doğal olduğunu düşünüyorum. Anarşistler için hiyerarşinin yokluğu aynı zamanda eylemle de ilgili bir şey. Özgürlüğe doğru gerçek bir heyecanın yaşama geçirilmesi boyutunda devam ettirildiğinde, her türlü eylemin doğrulanması tüm diğerlerinin varoluşuna bağlı.

2 – Medya ve İtalyan Devleti mahkeme boyunca kendilerini çılgınlık gösterisine sürükledi, fakat diğer anarşistlerin dayanışması, yasal süreç sırasındaki başkaldırılar ve cezaevi sürecindeki deneyimlerin nasıldı?

Aslında, olanlar iki mahkemede gerçekleşti, … hayır hayır üç. İlk önce araştırılan soygun için bir mahkeme vardı, daha sonrasında bölgedeki diğer iki soygunla suçlandık, ve “Marini Yargılamaları” kepazeliğine öncülük eden “pentita”nın (pişman terörist’in) ortaya çıkması sırasında (aylar boyunca süren) ikincisine yol açtı. Serravalle (Rovereto yakınlarındaki) soygununu takiben yerel medya çıldırmıştı: “terörist korkusu” yaratan medya salatasının tüm meyveleri ortadaydı: yabancılar, anarşistler, silahlar, soygun, ve diğerleri… Ama bu daha sonrasında ulusal düzeyde gerçekleşecek olanlarla karşılaştırıldığında hiçbirşeydi.

Rovereto ve bölgedeki anarşistlerin tepkileri çok çabuk ve kayıtsız şartsızdı. O zamanlardaki dayanışmaları tutkulu ve aynı zamanda da eğlenceliydi. Tutuklanan yoldaşların kimliklerine sahip çıktılar, açıkça bankaların yaptıklarını suçlayarak posterler, el ilanları, gösteriler ve herkese açık toplantılarla banka soymanın doğruluğunu ve anarşist kimliklerimizi savundular. Tutuklanmamızdan kısa süre sonra, on beş günde bir yayınlanan “Canenero” doğdu. Çeşitli nedenlerden dolayı tutuklanmamızın yayına daha erken başlamasında bir hızlandırıcı olduğunu söylemem adil olur, ama yine de daha sonraki bir vakitte de yayına başlayabilirdi. Hevesle beklenen sayfaları ve bana çok yakın olan yoldaşların gece gündüz yayınlamak için çalışmaları, cezaevindeki ilk süreci aydınlatan parlak bir ışıktı. Hepsini kağıda dökmek zor, ama bir sürü başka şey de oldu. Mahkemeler için tüm italya’dan anarşistlerin gelmesinden tutun, her mahkeme salonunun her zaman dolu olması ve bazen herkesin girebileceğinden çok daha fazla yoldaşın varlığı da, bunlardan bazıları.

Kocaman “Baci”(öpücükler) ve daire içine alınmış “A”nın, mahkeme salonuna girmeleri izin verilmeyenlerce işgal edilen karşı binanın mahkeme salonuna yukardan bakan penceresine rujla yazılması, ve oradan aşağıya selamlarını göndermelerini hatırlıyorum… Bölgedeki 150’den fazla para çekme makinasına yapıştırıcı sürülerek sabote edilmesine dair haberler, bankalardan birinin zararlar için davadan vazgeçmesine yol açmıştı… Duruşmalardan biri, doğum günümle çakıştığında mahkeme salonunda doğum günümü kutlayan pankartın açılması…

Duruşmalardan biri kasabanın mahkemesinde olduğunda, işaret fişeklerini ve havai fişekleri Trento Cezaevi‘ne doğru fırlatmışlardı, birkaç yoldaş bu yüzden bölgeden sürgün edildiler. Özellikle kadınlar bölümü berbat bir çöplük olan, Vicenza Yüksek Güvenlikli Cezaevi‘nde tutulduğumda, Yeni Yıl‘da yoldaşlar bir otobüs kiralamışlardı ve işaret fişekleri, pankartlar ve boya bombalarıyla doğaçlama gösteri yapmışlardı, bu eylem hiç risksiz değildi, çünkü Vicenza Amerikan NATO Askeri Üssü‘ne oldukça yakındaydı. Cezaevinden çıktığımda, kutlamadan sonra herkesin iyi vakit geçirdiğini ve gecenin ilerleyen saatlerinde dağlarda bir yerlere partiye gittiğini öğrendim. Ertesi gün Kadınlar Bölümü Havalandırma‘sında bir polis helikopteri görünmüştü, ve Milano’daki Opera Cezaevi‘ne transfer edilene dek orada kalmıştı.

Bu sevgi ve dayanışma gösterileri, “hapishane yönetimine mektup” yazarak ya da başka şekillerde, kendimi sevdirmeme gerek olan şeyleri hiç yapmadan, o iğrenç yeri başımdan savmak için birer katkıydı.

Bunlar, cezaevinin ilk sürecinde aklımda kalan bazı anlardan birkaçı. Sonrasında, hepimizin üye olduğu uydurulan silahlı bir çetenin “tövbekar” “eski-militan”ının bulunması geldi, bir çok yoldaş tutuklandı ya da mücadeleye devam etmek için gizlendiler. Onun dışında bir çok yoldaşın yoğun bir şekilde anlaşmak ve ne yapılacağına karar vermek için tartıştığını biliyorum, ama bu sürece dair öncekini bildiğim kadar bilgi sahibi değilim.

Sorularınızı okumak, beni çok uzak olmayan o zamanlara geri götürdü, ve dayanışmayı hatırlamak uçsuz bucaksız bir sıcaklıkla içimi sardı. İnanılmazdı. Sadece benzer anları yaşamış birisi söylediklerimi anlayabilir, ve görebildiğiniz gibi de, anlattığım herşey yoldaşların gün ve gün yıllar boyunca yaptıklarının ufacık bir parçası olsa bile , bu sorunun cevabını birkaç satıra sığdıramam. Avukatları bulmada hemen kurulan anarşist savunma komitesi, çabucak zehir gibi aktif oldu, konserlerden gelen dayanışmaların koordinasyonunu organize etti vs… Ve anarşist hareketin büyük bir kesimine yönelik geliştirilmekte olan kompleks/çok boyutlu baskıcı saldırıyla ilgili, tüm gelişmelere dair dışarıya düzenli haberler gönderiyordu…

Banka havaleleri yapmış olan yoldaş, Cumhuriyet Savcısı ve Carabinieri (Ç.n: İtalya Ulusal Jandarma Teşkilatı -ordudan bağımsız) özel kuvvetleri tarafından, hayali gizli örgütün mali sorumlusu olmakla suçlandı ve hakkında tutuklama emri çıkartıldı. Torino’daki “Radio Blackout – Radyo Kararma”ya polislerin kendi aralarındaki bir yazışma notunu gönderdiğinden ötürü, bir yoldaş komitenin aktivitelerini taciz ettiğinden kalpazanlıkla suçlandı. Her ikisi de sonrasında suçsuz bulundu ya da suçlamalar düştü. Türlü baskıcı aşamalar sürecinde binlerce poster basıldı, tüm şehir ve büyük kasabalarda, aynı zamanda -dayanışmalarını göstermek isteyen anarşistlerin olduğu- küçük kasabalarda da korsan afişlemeler yapıldı.

Birkaç yoldaşın sorgulamada açık sözlü olmaları, üzerine birkaç şey söylenmesi gereken “suçüstü yakalamaya” yol açtı, olaylar birçok ömür boyu hapis cezası istemi de içeren, 60 kadar anarşistin gizli örgüte üye olmasıyla, devlete karşı ayaklanmayla, ve diğer şeylerle suçlanmasına evrildi. Herşey, R.O.S (Reparto Operazioni Speciali / Özel Operasyonlar Timi) tarafından genç ve kolay etkilenebilir olmasından korkutularak polis ve yargıyla işbirliği yapabilme potansiyeli olması gibi nedenlerle, daha önce birlikte tutuklandığım, Carlo’nun 20 yaşındaki eski kız arkadaşının seçilmesine ve “itiraflarına” dayandırılmıştı. “Çete”nin “eski üyesi” olduğunu, ve Trento‘daki soygunlardan birine katıldığını söyledi. Hikayenin doğuşu oldukça absürt ve adeta gülünebilirdi, ama iş oldukça ciddiye binmeye başladı – tüm İtalya’dayüzlerce baskın yapılıyordu ve bir çok yoldaş cezaevini boyladı, bazıları açlık grevine girdi ve bırakıldılar. Anarşistlere yönelik bu komploya yönelik büyük çaplı kınamalar şimdi ana haber öğesine dönüşmüştü: sonsuz toplantılar, basına saldırılar, “Marini Yargılamaları”nın ilk gününde metro istasyonunun girişlerinin yapıştırılması, gösteriler, gezici sergiler, vs vs… Tutuklanmalar öncesine ve tutuklamalara dair, anarşist yöntemlerin topyekün çarpıtılması vardı, ve tüm ülke genelinde bunu teşhir eden onbinlerce broşür ve el ilanı basıldı ve dağıtıldı. Bir çok eylem yapıldı, şimdi broşürler ve afişler ulusal düzeyde hazırlanıyordu, tüm ülkeden gruplarla ve bireylerle sayısız toplantılarda bu eylemleri takip ediyordu. Özgür radyolarda düzenli müdahaleler vardı. Ayrıca Almanya, Yunanistan ve İspanya‘da da dayanışma eylemleri yapıldı. Alman bir yoldaş, çok dilli bir gazete çıkardı ve birçok İtalyanca metnin çevirisini yaptı -baskı, organize olan toplantılar ve yardımlarla ilgili değil, teorik metinler. Ayrıca cezaevinde olduğum yıllardaki süreçte, bir çok anlamda bana çok yakın olan bir kadındı. Aynı zamanda İngiltere‘nin de olduğu bir çok ülkeden, mektuplar, telgraflar, kartlar, iyi dileklerini ifade eden mesajlar, tutku, canlılık ve dayanışma gördüm.

3 – Cezaevi’ndeki deneyiminden, koşullardan, isyan için imkanlardan ve diğer şeylerden bahsedebilirmisin? Diğer tutsaklarla ilişkilerin nasıldı?

Kocaman başka bir hikaye… Neresinden başlasam ki…? Tamam, başlangıç olarak, o yıllar boyunca 1 değil 7 cezaevindeydim, Trento‘daki mahkemenin çarpıtılmış rotasını işletmesi gibi, zamanımın çoğunu geçirdiğim Milano ve Trentina arasında, minibüste kelepçeli bir yerden bir yere götürülürken, gözlerimi kısarak metal pencerelerin deliklerinden dağların ya da çiçek açmış meyve bahçelerinin bir anlık görüntüsünü yakalamaya çalışıyordum. Bu hapishanelerin her birindeki koşullar açıkça çok özel ve muazzam bir şekilde farklıydı. Ama tüm kadın hapishanelerine özel bazı ayrıcalıklı faktörler vardı -eğitimsel ya da eğlendirici ihtiyaçlar anlamında erkeklerinkinden çok daha küçük, ve genellikle çok daha az imkanları var, bazen hiç yok.

İlk darbe vuran ve sinirlendiren şey, yalnızdım, yani bir çok zaman aynı hücreyi paylaştığım yoldaşlarımdan ayrılmıştım, ki aynı hücrede kaldığımızda bolca konuşma, gülme ve genel olarak, koşullarla birlikte yüzleşme şansımız vardı. Eva ve beni ayırdılar, ve ne güzel ki tutuklanmamızdan bir ay, ya da daha sonra, Eva bırakıldı. Daha önce de benzer şeyleri yaşamıştım, bu yüzden de özünü biliyordum ve gücümü topladım. Ayrıntılı olarak anlattığım dışarıdan dayanışma bu dayanıklılığımı besledi, ama içinde yaşadığın ve etrafında devam eden, kendi yoldaşlarınla tartışmak isteyeceğin bir çok şey vardı, ve bu imkansızdı. Yani, cezaevinde en önemsiz şeylerle ilgili olarak bile, ya da herşey epeyce çok önemsiz olduğunda, işte o zaman boğucu olabiliyor. Birisinin düşünceleri gerçeklikte eyleme geçebilecek (ya da muhtemelen her halükarda ona sahip olduklarında) katı bir kapasiteye benzer gibi göründüğünde bile, herkesçe bilinen “kelebeğin kanadı”nın herhangi bir zaman demir bir bumerang gibi çırpışından yansımalar gibi.

Basitçe hayatta kalmak, birisinin bireyselliğini muhafaza etmek ve moralini -ve kafasını- yüksek tutmanın kendisinin, insanları bastırmak ve aşağılamak için incelikli bir şekilde tasarlanmış bir kurumun şartlarında, bir direniş biçimi olduğunu düşünüyorum. İşler, yetmişlerde ve seksenlerde İtalya’da binlerce yoldaşın cezaevinde olduğu, sıklıkla özel yapılmış maksimum güvenlikli cezaevlerinde tutulduğu koşullarla karşılaştırıldığında çok farklıydı. İsyan, bir süreklilik: birçok Marksist-Leninist liderin başladığı değişmesinin neredeyse onun yerine, reformist yerleşimlerinden önce dışarıdaki mücadelenin bir devamı ve bir gereklilikti.

Bugün, özellikle bir kadınsan, bir sürü farklı nedenlerden dolayı içeride olanlardan sayı olarak çok az olabilirsin (ıslah etmek için – anarşistler kendilerini politik tutuklular olarak tanımlamıyorlar, ve eğer “politik” koğuşlara düşerlerse bu devletin diğer tutsaklara “bulaşmalarını” önlemek için yerleştirmesinden dolayı). Bununla birlikte, Rovereto‘dan başlayarak tutulduğum bazı küçük cezaevlerinde, imkanların el verdiği kadar diğer tutsaklardan ayrı tutuldum. Gardiyanlar benim postama gelen bildirileri görmeye alışık değildi ve onlardan bazılarıyla konuşmam üzerine elleri titreyebilirdi, ve oradan mümkün olduğunca çabuk başka bir yere gönderildim. Trento Cezaevi‘ne dair hatırladığım tek şey, bir akşam bir deprem olmuştu ve sonraki bir saat ya da uykuya dalana kadar, başka bir sarsıntı olursa ne yapacağıma karar vermeye çalışmaktı. Bu gibi olayların hepsinin mutlu bir sonu yok. 1986’da Turin‘deki Le Vallette Cezaevi‘nde aniden çıkan yangından ötürü 8 tutsak (ve iki kadın gardiyan) tuzağa düşerek öldürüldü. New Orleans‘taki tutsaklara dair de, dehşetle kan dondurucu olsa da, birkaç söz de olsa değinmek gerekiyor. Anektodların ve hatıraların ötesinde, hiçbir zaman unutmamalıyız ki, cezaevi tüm dünyada milyonlarca insanın gece gündüz kapatıldığı, bir sürü güçlendirilmiş bölmelerden oluşuyor. Son bahsettiğim devletin rehineleri, günde 24 saat iğrenç alçakların merhametinde yaşıyorlar.

Trento‘daki kadın koğuşu kapatılmıştı ve yukarıda da bahsettiğim gibi Vicenza‘ya sevk edildim. Kadınlar bölümü birbirine bakan iki sıra hücreden oluşuyordu. Sabah ağır demir kapılar açılıyor, ardındaki demir parmaklıklı geçiş, kilitli kalıyordu. Ve bu, günün geri kalanı için “cezaevi koşulu”ydu. Benzi atmış zayıf kızlar tüm günü yatakta geçiriyorlardı, çünkü dışarıda egzersiz alanı olmasına rağmen, dondurucu bir soğuk vardı (Vicenza dağlardaki bir şehir). Egzersiz süresi parlamento kararnamesiyle resmileşmişti, ama hiçbir yerde bir “asgari süre”nin olduğuna dair bir şey yazılı değildi. Yapacak hiçbir şey olmadan betonla güçlendirilmiş müthiş soğuk ve dondurucu bir yerde zorunlu bir iki saat çoğu insan için çok fazlaydı, ve gardiyanlar sayısını bilmediğim giriş kapısını açıp-kapama görevini bırakmaktan ötürü çok mutluydular.

Böylece, çarpışma başladı, başlangıçta “iyi” bir şekilde, sağlık görevlilerine durumu açıklayarak, yönetime kolektif talepleri yazarak, vs… boşu boşuna. Diğer tutuklularla konuşmak dahi çok zordu, dışardaki avludan bağımsız olarak, seninle birlikte hapsedilebilecek ya da “ziyaret edebileceğin” , diğer tutuklunun ismini vererek kayıt olunması önceden zorunlu, her gün sadece birkaç saatlik “sosyalleşme” vardı. Yine de, hepimiz ertesi gün avluya çıkacağımız, protesto olarak, iki saat bittiğinde geri dönmeyi reddeceğimizde anlaşmayı başardık. Bu, cezaevi koşullarında, ayaklanmayla eş değer bir şey. Gün geldi çattı. Altkattaki erkekler bölümünden gardiyanların varlığı, herkesin planlarının bozulduğunun doğrulamasıydı. Kısa süre sonra, (bu Yeni Yıl Eyleminin hemen sonrasındaki süreçteydi) hücre komşum “C.” ve ben ortadan kaybedildik: ben Milan-Opera‘daki “politik koğuşa”, “C.” sapa bir kasaba hapishanesine. Bu uzun açıklamanın sebebi, düzen ve itaat için basit bir “hakkı” elde etme girişiminin bile nasıl tehlikeli bir tehdit olarak değerlendirildiğini göstermeye çalışmam.

Gerçek şu ki, konuştuğumuz şartları görmek gerekiyor. Cezaevi’ne: -vay be, bir sürü hapsedilmiş insan var, burası ayaklanma için çok bereketli bir yer, hadi gidelim-, diyerek girmiyorsun. Öncelikle, çoğu insanın bir sürü sorunu var ve basitçe kendini nasıl tanımladığınla ilgili değiller, onlarla ve çevredekilerle ilişki kurma yolumun ötesinde, kişisel olarak ben de öyle yapmayı denemedim, -bazı cezaevlerinde bizi bilen “politik tutsaklar” olmasına rağmen. Bu farklı. Olayların normal akışında, bence cezaevinde olduğunda işinin, tutsak olduğunla yüzleşmen, ve “farklı” koşullar altında yaşamaya devam etmek, ve sıklıkla oldukça iç karartıcı bir gerçeklik bulutunu kaldırmayı denemeye çabalaman olduğunu düşünüyorum.

İçerdeki kadınların çoğu açıkça bizden daha kötü bir koşuldaydı. Birçoğunun çocuğu var, bazen binlerce mil uzakta, ve her zaman onlarla ilgili endişeleniyorlar. Biz ayrıcalıklıyız çünkü yoldaşlarımız, dayanışma, çoğunlukla kendileri yoldaşlar olan harika avukatlarımız var. Bununla birlikte birinin kişisel tercihleriyle ve biz “ayaktakımının” bölündüğümüz tüm gettolardan dolayı: çingeneler, uyuşturucu bağımlıları, “katiller”, bir zamanların “tarihi liderleri”, orospular, “esrar müptelaları” vs… karşılaşamayacağı, bir sürü farklı çılgın insanla rastlaşmak muhteşem bir deneyimdi. Ve bazı yoğun ve şamatalı zamanlar yaşadım. Beni yanlış anlama, cezaevi “hayatımın en güzel günleri” değildi. Kendi istemleri dışında nev-i şahsına münhasır bir miktar insanın birarada yaşamaya zorlanması, tutsakları ortak payda temelinde bir araya getiriyor ve kendi duyarlı, kişisel özellikleriyle sadece bir an için kendileri olmaları, tüm duvarları aşan, özgürlüğün gerçek bir anına dönüşen ve cezaevinin satatükosuna tehdit oluşturan tuhaf bir kimya oluşturuyor.

Tabi ki cezaevlerinin duvarlarını gerçekten yerle bir etmek daha iyi olabilirdi… Bu kadınların bir çoğu hala tutsak. Birçoğu daha onlara katıldı. Dayanışmayla ilgili sormuştun, ve diğer tutsaklardan deneyimlediğim unutulamaz dayanışma anlarınıı anmadan bu hayallerden ayrılamam. Söylediğim gibi, resmi olarak sansürlenmemiş bir sürü mektup aldım ve bunların arasında Canenero’nun tüm sayıları ve 80’lerde yayınlanmış İtalyan anarşist dergi ProvocAzione‘un önemli miktardaki eski sayıları da vardı. Opera’da, rutin bir arama sırasında “yangın riski”, “yasadışı edinilmiş” ve diğerleri gibi birkaç uyduruk iddayla sonradan hücreden alındılar. Ciddi olan şey, içeriklerinin karşısında olanlar tarafından değerinin anlaşılmamış olmasıydı.Öfkeliydim ve dergilerimi geri istedim.

Cezaevinde bulunmuş birisi “talep ve yanıt” gibi şeylerin olmayacağını bilir, bir çift çorap almak gibi en önemsiz istekler bile haftalar süren bir süreçte gitmek zorundadır. Beklemeye istekli değildim, havalandırmadan içeriye girmeyi reddererek bir protestoyla hikayeyi kısa kestim ve bir sonraki egzersizde kilitli bırakıldım. Bunun hemen sonucu Erkek cezaevindeki bir Mareschiallo(mareşal, cezaevi yöneticisi) ile resmi bir görüşme yaptım; sonuçta dergilerimi geri aldım, ve kadınlar bölümünden sorumlu çok nefret edilen üstgardiyan birkaç hafta ortadan kayboldu, bu herkese biraz huzur verdi.

İkinci sonucu, Pazartesi sabahı gardiyanların, polislerin, psikologların vs. olduğu cezaevi yönetminin başkanlık ettiği bir çeşit “iç mahkeme”ye refaket edilmemdi. Karar: emre itaatsizlikten suçlu.

Cezalandırma: Hücre hapsinde iki hafta. Birçoğu neredeyse 20 yıldır “içerde” olan koğuştaki herkesi şok etti. Opera‘daki olağanüstü cezalar 2-3 gündü. Ceza’yı çekebilmek için uygun olduğumu imzalayan doktor kontrolünden sonra (doktor her zaman son sözün sahibidir, ölüm sırasında bile), bir günde 22 saat hapsedilmek için tecrit bölümüne götürüldüm, ve sadece temel eşyalarım vardı: anarşist gazetelerim, (onları almayı unutmadım) birkaç kitap, bir sözlük ve küçük bir radyo. Gardiyanlar metal kapınının diğer tarafında oturup gizli delikten beni gözetlemekle ve bir saat sabah, bir saat te öğleden sonra küçük ve pespaye avluda egzersiz için izin vermekle görevlendirilmişti. Benimle konuşmuş kim olursa olsun aynı yaptırımlara maruz kalabilirdi. Gecenin çoğunu sivrisineklerle savaşarak geçirdikten sonra (Ağustos’un ortası ve 40 derece sıcaklık vardı) pencerenin hemen dışındaki, yüksek sesli sayı saymayla uyandım. Dışarıda görebildiğim, bahçede çalışmış kızların, aşağıda bitkiler boyunca sıra halinde dans ettikleriydi, ve bu tüm hikayeyi anlatıyordu.

Ne gürültü ama! Sonrasında “hava” için dışarı çıktığımda, bölümdeki tüm kadınlar pencerelerinde en yüksek sesleriyle aşk ve savaş şarkıları söylüyordu. Böyle bir şaşkınlık vardı ve bu yüzden gardiyanlar günde iki sefer egzersiz için bu pis avludan spor alanına almak zorunda kaldılar.

Bunun dışında… tüm süreç boyunca sürekli bir taze yemek, sıcak kahve ve diğer şeyleri aldığım gibi, tüm cezaevi yiyeceklerinin tuvaleti boyladığını söylemek yeterli, hücrenin dışındaki üniformalı ajanlar ya da duvarları koruyan silahları gardiyanlarda görülmemiş bir kurnazlık ve yaratıcılıkta olan, zorla hapsedilmiş olanların yetenekliliğine teşekkürler. İki hafta sona erdiğinde, koğuşta büyük bir parti vardı!

4 – Cezaevi’nden çıktıktan sonra, toplumun içine geri “çıktığında” nasıl hissettin?

Toplum? O da ne? Doğduğum günden beri toplumu demir bir mengene gibi deneyimlediğimi düşünüyorum. Anaokulundayken beni ilk iki hafta sınıfa kilitlemek zorunda kalmışlardı. Belki de toplumun en “içinde” olduğum hücre, cezaevinde olduğumdaydı. Söylediğim gibi kendini “savaş tutsağı” olarak tanımlamadıkça, ve geri kalan zamanını özel bir durumda yalnız geçirmedikçe- , ondan kaçamazsın. Cezaevi dışarıdaki dünyanın küçük bir evreni, tıkıldığının bir tür karikatürü, saklanacak hiçbir yer yok, diğer tutsakların yararına ve kendi zamanınla birşeyler yapabilmek için böylece istesende istemesende biraz sosyalleşmiş oluyorsun.

Dışarıdaki toplum gibi, cezaevi yapısı kutuplaştırıcı: ayrım yapıcı, isyancıları, ve diğer belirli tutsakları kendi hapsedilmeleriyle bütünleşmesi ve katılmasına yönelik hareket etmesini engelleyici. Benim parmaklıklar içine geldiğim zamanlarda, bu katılımcı baskı ve beni iğrençlikle doldurmak istedikleri gerçeklik türü, benim için en kötüsüydü. Sabah kilidi açmak için geldiğinde, gardiyanın gözüne tükürmek ve yüzünden gülümsemesini silmesini söylemek istiyorsun, ama sonunda yine de “günaydın” bile diyebiliyorsun.

Geçenlerde, italyan bir yoldaş geçen yıl cezaevindeyken gardiyanları “stronzo” ya da “pezzo di merda” yani her ikisinde de “bok” olarak çağıran birkaç eski Kızıl Tugaylar militanının olduğunu, ve diğer hükümlülerin nasıl bu yaptıklarından ötürü onlara imrendiğini anlattı. Onlar bunu denediklerinde, sonucunda kırılmış kara ve mavi birkaç kaburgayla sonuçlanabiliyor. Genel olarak, tüm düzene nefretini tutmayı kendine öğretmen gerekiyor.

Dışarı çıktığımda, bir süre ev hapsinde tutuldum, sonrasında İtalya’da soygunla bağlantılı olarak bir araba hırsızlığından bekleyen kısa bir hükmüm olmasına rağmen Londra’ya geldim. Buradaki getto varoluşumda çok fazla öne çıkmayarak atlattım. Söylemeliyim ki, onurla değil, çünkü bu gibi bir varoluşta, diğerleri gibi tamamiyle bir uzlaşma. Burada sana ve çevrendeki herkese tahakküm eden şeylere saldırı bağlamında gerilim yok, gerçek bir mücadele yok. Çılgın bir aktivist olabilirsin ya da durum değerlendirmesi yaparak biraz zaman geçirebilirsin, her zaman yakınlıklar ve deneyimlemek istediğin gibi mücadele için çıkışlar arama boyutunda yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışarak kendi tasarımsallığında devam ederek kendini “sosyalleştirebilirsin”. Böylece, bu açık cezaevinde bir uyumsuzsun da, rolünü oynayan, ve “sosyal kuralları” önemseyen bir yabancı.

5 – İtalya, hem güncel olarak hem de daha uzak vakitlerdeki isyanlarda uzun bir tarihe sahip, katıldığın sosyal mücadeleler hakkında biraz konuşabilirmisin?

İtalya’da, 70’ler ve 80’lerde, devlete karşı ilan edilmiş savaşta gizli örgütlerin bir yaygınlaşması olmasına rağmen, yaygın bir isyancı hareket te vardı, ve bu kesinlikle heyecan vericiydi, etraftaki soluduğunuz havadaydı. Kitlesel işgalin, ünversite işgallerin, biletlerin ödenmemesinin, otobüs yolculukların, yemeklerin, vs. Bologna gibi yüzlerce gencin ödemeyi reddettiği bir çok örnekleri vardı. Silahlı örgütlerin tüm o retorikleri olmadan birçok küçük saldırı eylemi, bireyler ya da çok küçük gruplardaki insanlar tarafından yapılıyordu, ve anarşist hareketin bu yönelime doğru itmekte olan bölümünde derinlikli etkiler bırakıyordu. Bu resmi olmayan harekette her zaman için güçlü bir tasarımsallık ve özgürlük için mücadelenin diğer yoldaşlarla birlikte bir bileşeni olma eğilimi vardı.

Bu, bazı anarşistlerin mücadelenin “isyancı metodu” olarak isimlendirdiği şeye doğru evrildi. Daha sonrasındaki yorumlama diğer anarşistlerle birlikte, belirli bir örgütsel kuramların üzerinde olan belirlenmiş bir hedefe karşı kitlesel katılımına yol açtı. Bu mücadele bir süreliğine devamlı bir sorumluluk gerektiriyor. Mesele, küçük bir grup anarşistin iktidarın belirli bir ifadesine saldırmaya karar vermesi değil, fakat -nüklei, kümeler, ya da kendileri nasıl adlandırmak isterse- öz-örgütlü çok sayıdaki insanın büyük sayılarda örgütlenmesine yol açması ve hep beraber hedefe saldırma girişimi. Bu biçimde örgütlenmenin ana fikri, hiyerarşik olamaması, fakat genişleyebilmesi ve yatay olarak çoğalabilmesi, ve bir kere hedef gözönünde olduğunda, ilgili tüm bireylerin iktidarla ilişkilerinde niteliksel bir deneyim yaşamaları (temsiliyetin yokluğu, bireylerin birebir karar vermesi, yaratıcılık ve diğerleri), ve mücadelede amaçlananın ötesine bile geçebilir.

Sonucu herkesin arzuladığı ve çok sıkı çalıştığı gibi olmamış olsa bile, böyle bir deneyimi yaşamış olduğumdan dolayı şanslıyım. Ama bu sorun değil. Tarih: 1980’lerdi, mekan: benim o zamanlar yaşadığım Sicilya Adası‘ndaki Comiso‘ydu. Amerikanlar oradaki askeri üsse Cruise füzeleri (Ç.n: Kruz/Seyir füzeleri, klasik patlayıcı ya da nükleer bombalar bulunan füzelere yerleştirilebilen savaş başlıklarını -yüzlerce kilometre- uzun mesafelere taşıyabilen füzeler) yerleştirmeye karar vermişlerdi, ve bu konuda geniş çaplı yerel muhalefet vardı.

Nükleer karşıtı protestocular, komünist parti, sosyalist parti, yeşiller ve diğerleri kitlesel gösterilerle ya da üssün dışında pasifist nöbetlerle protesto etti. Yerel anarşistler kendilerini bu sirkten ayırmaya karar verdiler ve kitlesel ayaklanma mantıklı uzun süreli bir mücadeleye başladılar. Anarşist mücadelenin özü nedenlerdedir, sonuçlarda değil. Nedenleri analiz eden bildiriler kaleme aldık, sadece askeri değil aynı zamanda sosyal ve ekonomik te, bu ölüm projesine tek ciddi cevabın neden onu işgal etmenin ve yok etmenin olduğu gibi, ve İngiltere’den Class War(Sınıf Savaşı)‘ndan bazı yoldaşların bize İngiltere’de verdiği stencilları(stensıl) kullanarak elle çalışan eski bir “Roneo” kopyalacıyla binlerce baskı yaptık. Hiç kimsenin ne yapılacağına dair konuşulacak bir parası yoktu ve herşey doğaçlamaydı, -tüm süreçte olduğu gibi. Bir ses sistemi kurduk ve -genellikle Alfredo’nun konuştuğu- komşu köylerin meydanlarında, her yerde çoğunluğun erkekler olduğu bir çok insanın katıldığı çok güçlü samimi açık hava konuşmaları yaptık. Aynı zamanda kadınlara özel olarak hazırlanmış bildiriler hazırladık ve yaşadıkları yerlere giderek onlara da dağıttık ve bazılarıyla doğaçlama “capanello” yaptık (küçük gruplarla doğaçlama ayaküstü konuşmalar yaptık). Anic Petrol Rafinerisi’ndeki işçilere, (-Politik polisler- Digos bizi cezaevine attığında serbest bırakılana kadar çalışmayı reddedenler), ve okullardaki öğrencilere özel bildiriler hazırladık ve bütün okulların önünde dağıttık. Sonuç olarak öğrencilerden bazıları bir günlük okula gitmeyi reddettiler ve “piazza”da(İtalya’da şehirler ve kasabalardaki merkezi yerler) toplanıp kendiliğinden bir gösteri düzenlediler. Yerel düzlemde iktidarın gerçekte nasıl çalıştığını burada görmeye başladım: Komünist Parti‘nin lideri kapımızı çaldı, ve “birlikte çalışmayı” önerdi. Söylemek gereksiz, başımızdan savdık.

Birçoğumuzun 60 mil (ç.n: yaklaşık 100km) uzakta yaşamasından dolayı, şimdiye kadar bazı insanlar bize küçük eski bir evi ödünç vermişti. Buluşmalar ve bildiriler, posterler ve diğerleri farklı bölgelerden ve farklı toplumsal kesimlerden bazı insanlara örnek olmuştu -öğrenciler, kamyon şöförleri, tarım işçileri, ve diğerleri…, üssün yok edilmesi gerektiğinde anlaşarak, onlarda daha iyi bir kelime ihtiyacından dolayı “kümeler” ismini verdikleri, kendi minimal “taban organizasyonlarını“ kurdular. Genellikle iki ya da üç kişiden oluşan ama mücadele güçlendiğinde genişleme ve çoğalma potansiyeline sahip olan bu kümeler, bir referans ve koordinasyon noktası olacak bir mekana ihtiyaç duymaya başladı, örneğin buluşmalar için, bildirilerin yazılması ve basılması için vs… Comiso‘da bu amaçla küçük bir mekan kiralandı, ve Comiso‘daki Kruz Füzesi‘ne karşı özyönetimli kümelere atıfta bulunarak “Coordinamento” dendi. Ve bu insanlar -iş arkadaşlarıyla, komşularıyla, aileleriyle, çiftlikteki hayvanlarıyla, traktörleriyle, greyderleriyle vs… gerçekten üssü yok edecek güce sahipti. Hayal buydu.

Fakat, açık ve basit baskıdan ayrı olarak, bir gece mermilerden birinin Alfredo‘nun pantolon paçasına geldiği bize silahlarıyla ateş açan iki maskeli kişinin, yerel “mafya”nında olduğu engellerin bir bileşimi de vardı.

Sonrasında Komünist Parti vardı, ve her zamanki gibi yangın söndürücü rollerindeydiler -ve, sonunda, ama sadece değil, anarşist hareketin kendisi ve bizim kendi sınırlarımız vardı. Şimdi mücadelenin tüm ayrıntılarına girmek mümkün değil, ama geriye dönüp bakıldığında,Bu girişimin, herkese yönelik güçlü bir deneysel ve teorik bakış açısı yaratan, çok gerçek bir deneyim olarak bazı notların alınması gerektiğini düşünüyorum.

6 – Senin ilgilendiğin “Fil Yayınları – Elephant Editions”, Alfredo Maria Bonanno’nun ve diğer “isyankar” anarşistlerin çevirileriyle iyi biliniyor, kişi kültü eklemek ya da yaratmak istemiyoruz ama, bizleri baskı altına alan koşulları ortadan kaldırmak için Alfredo’nun, ve diğer yayınlandığın yazarların fikirlerinin neden önemli olduğunu açıklayabilirmisin?

Öncelikle, fikirler üzerine konuşuyoruz, ve bu günlerde oldukça nadide ticari mallara dönüşmüş durumdalar. Yıkıcı saldırıları olan, bizi düşüncenin ve tahammülün bataklığından çıkartan, tahakküm eden gerçeklikte eyleme geçmek ve onu dönüştürmek için gerekli olan açıklığa ulaşmaya yardımcı olan, çatışan ve teşvik eden bir biçimdeki diğer fikirlere dair. Söylemeliyim ki, çevirdiğim ve daha sonrasında da yayınladığım bütün metinlere, yalnızca kendi bencilce araştırmaya başlama ve bazı fikirlerimi netleştirme yönelimimden başka hiçbir şekilde yaklaşmadım. Sonuç olarak (uzun bir mücadeleden sonra) metinler İngilizce’de elle tutulur birşeye dönüşünce, başkalarının da okumasını istedim.

(Bazı) İnsanlar bu gibi metinleri okuduğunda bir çarpışmacıya dönüşüyor, belli bir seviyedeki netlikle yazılmış kelimeleri görmekle başlamaktan türetilmiş, kendi keşiflerinin bir aşaması oluyor. Kendi içimizde yakıcı bir şekilde hissetiğimiz gerilimler daha açık oluyor, ve eyleme geçmek için toparlanmayı ve özümsemeyi kolaylaştırıyor. Böylece, metin kendi hayatında uğraşmaya devam ediyor, mücadelenin içeriğinde kendi seyahatine devam ediyor, yoldaşlara kendi fikirlerinin ve düşlerinin farkına vararak ve değer vererek, hayatta ve mücadelede güçlü bir noktaya taşımada yardımcı oluyor. Metin, daha sonrasında sosyal ve ideal alanlardaki iniş çıkışlı seyahatinde, bireysel yoldaşlar arasındaki resmi olmayan(informel) ilişkilerin yaratılmasında bir etkene dönüşerek, hem öznel bir karşılaşmaya hem de fiziksel bir “şeye” dönüşüyor. Bununla birlikte, hepimizin analizlere ihtiyacı var -örneğin ekonominin, iktidarın ve mücadelenin çehresini değiştiren yeni teknolojilerin, yeni düşmanların ve sahte dostların, ve, haydi yüzleşelim, bir çoğumuz bilgilenmeye geldiğinde tembel ya da eksik bir yönelimdeyiz. Fikirler, analizler ve tasarımsallığımız olmadan hiçbirşeyiz, kurallara uygun yapılar ve onların örgütsel takıntılarının sıcak havasında, yalnızca gökyüzündeki kale inşaalarının soyutlamasıyız. İtalyan dilinin yapısı, ve özel olarak bu metinlerin yapısı, “korsanların ve tüccarların” dili İngilizce’den apaçık farklı; tam olarak anlaşılır hale getirmek ve baştan sona tartışmayı takip etmek benim için her zaman uzun sürüyor. Özellikle bu yoldaşlar gibi, Alfredo ve diğer çevirdiklerim benim mücadeledeki yoldaşlarım, bu fikirlerin deneyimini pratikte birlikte yaşadık, ve geçmiş birkaç on yıldaki hareketin gelişiminden ortaya çıktılar. Bu belirli hususi fikirlerin, ya da teorilerin, bugün mücadeleye önemli bir katkısı olduğuna inanıyorum, çünkü hiçbir sabit örgütlenmeye ya da resmi yapıya sevketmeyen ve tüm biçimlerdeki baskıya doğrudan saldırmayı arzulayan hareketin parçasından ortaya çıktılar.

Bununla birlikte, saldırı ve saldırının teorisi – anarşistler için aynı olan şey- informel hareketin olmazsa olmaz bir parçası, ve olmadığında yalnızca ismen varolabilirdi. Yani, bu yazıların sendikalizm ya da federasyon benzeri, sayılara güvenen sabit anarşist örgütlenmelerin de bir eleştirisi-saldırı açısından sınırlayıcı çağdışı olduğu gibi- güçlü bir eleştirel öğesi de var. Aynı zamanda, illegal örgütlenmenin ve 70’lerde oldukça yaygın olan, -özellikle İtalya‘da, “Devlet’in kalbine saldırının” eleştirisi var.

Bu örgütlenmelerin çoğunluğu Marksist-Leninist bir anayapıdaydı, fakat bazı anarşistler, her sabit gizli projenin düştüğü çelişkilere düşerek sona eren, “anarşist” bir versiyonunu yaratarak imkansızı yapmayı denedi. Ve o zamanlarda bir çok anarşistin “mücadelenin gerçekliğinde” olabilmek için, bu tür bir organizasyon kurmaya yönelik dikkate değer bir baskı hissettiğine inanıyorum.

Küçük grupların oluşumuna değer verilmesi üzerine konuştuğumuz teoriler, ideolojik önyargılarla yüklenmiş değiller, hepimizin özgürlüğü bağlamında, herhangi bir feda eğilimi olmadan kendisinin şimdiki özgürlük ve keyfi için gerçeklikte eyleme geçmesinin teorileri.

Bu yazılardaki diğer tartıştığımız olmazsa olmaz bileşen ise, geçen 30-40 yıl içinde olan, ve tüm dünyadaki sömürme fonksiyonlarını ve ona karşı mücadeleyi baştan sona etkilemiş olan derinlikli değişimlerin analizi.

“Yeni teknolojiler” bugün bir çok genç yoldaşın normallik olarak deneyimlediği şeyler, ve güncel olarak dünyanın akış yolunu değiştirdi. Yemeğin de olduğu tüm üretim yapısı, petrolün çıkartılması vs. bazı ülkelerde genelleşmiş ayaklanmalar noktasına bile ulaşmış olan isyanlarla karşılaşan kitlesel bir yeniden yapılandırma projesini takiben, Avrupa’dan Asya’ya ve Doğu’ya taşındı. Bu, sistemin eğitimsel gerekliliklerinde büsbütün bir değişimle ve bizi hiçbir yere götürmeyen bilginin sonsuz zincirlerinin tarafında kapsamlı bir kültürel düzleştirmeyle devam etti.

Aynı zamanda şu da söylenmeli ki, bir kere belirli metinler İngilizce’de -maalesef yeni dünya düzeninin dilinde- varoldukça, metinlerde ilgi çekici birşeyler görmüş olan Dünya’nın farklı bölgelerindeki anarşistler tarafından kendi dillerine çevrildiler, ve bu tüm çabalarımın içinde bana en çok zevk veren şeylerden birisiydi. Sizin dikkat çektiğiniz gibi “kişilik kültü” anlayışına dair de birkaç şey söylemeliyim. Bu anlayışın genel olarak anarşistler için tuhaf olduğunu düşünüyorum. Anarşistler diğer yoldaşlar tarafından ne söylediklerine ve ne yaptıklarına göre, ve bu iki unsur arasındaki uyumla yargılanırlar, kendi kişisel, gerçek ya da türetilmiş şiddetli eleştirileri ile, ve Bolşevik devir teslimin ardından Rusya‘da ortaya çıkan karizmatik liderlerin yaslandığı örgütlerin pratiğe geçirdikleri gibi niteliklerle değil. Hatta gerekirse, mümkün olan başka yolla. Kişisel saldırılar, hareketin bazı bölümlerinin bu yöntemler tarafından kendi statükolarının tehdit altında bulunduğunu düşündüğü zamanlarda, bazı yoldaşlar tarafından güncel eleştirinin yerini alıyor. Bu, fikirlerin kendilerine saldırmaktan ve daha etkili olabilecek olan başka fikirlerle karşı koymaktan daha kolay, kim bilir. Ama söylediğim gibi, varoluşlarının yegane unsuru liderlik fikrinin reddi ve aynı zamanda bireyin, cem-i cümle bireyin eşitlik boyutunda güçlendirilmesi olan anarşistlerin hakiki bir karakteristiği değil.

Ç.n: Çevirenin Notu

Fil Yayınları (Elephant Editions): http://www.elephanteditions.net/  http://alphabetthreat.co.uk/elephanteditions/

kaynak: 325.nostate.net, 325 issue#8 / September 2010