Skip to content

Rus Devriminin Çöküş Nedenleri – Emma Goldman (2)

Çeka

Çeka, tam adıyla Tüm Rusya Olağanüstü Komisyonu, şüphesiz Bolşevik rejimin en karanlık kurumudur.


Çeka, tam adıyla Tüm Rusya Olağanüstü Komisyonu, şüphesiz Bolşevik rejimin en karanlık kurumudur. Bolşeviklerin iktidar almalarının hemen ardından, karşı-devrime, sabotaj ve spekülasyona karşı mücadele amacıyla kuruldu. Başlarda İçişleri Komiserliği, Svoyetler ve Komünist Partisi’nce kontrol edilen Çeka, zamanla tüm Rusya’nın en güçlü örgütü haline geldi. Çeka bugün devlet içinde bir devlet değil, devlet üzerinde bir devlettir. En ücra köyüne kadar bütün Rusya bir Çeka ağıyla sarılmış durumdadır. Devasa bürokratik sistemin her bölümünün, tanrısal kudreti ile Rus halkının ölüm kalımı konusunda karar veren kendi Olağanüstü Komisyonu mevcuttur. Çeka’nın yarattığı cehennemi tüm dehşetiyle dünyaya anlatabilmek için Dante olmak gerekirdi: Kendi maşaları üzerinde yarattığı bayağılaştırıcı, kişilik yıkıcı etki; Rusya’ya yaydığı dehşet, güvensizlik, nefret, acı ve ölüm korkusu.

Tüm Rusya Olağanüstü Komisyonu’nun başı Dzerjinski’dir. Başkanlığın diğer üyeleri gibi o da denenmiş bir “komünisttir”. Kamuya açık bir raporda şöyle diyor Dzerjinski: “Biz örgütlenmiş dehşetin temsilcileriyiz… biz Sovyet rejiminin düşmanlarını terörize ediyoruz. Ev arama, mala ve sermayayeye el koyma, göz altına alma, soruşturma yapma, suçlu olduğuna inandıklarımızı yargılama ve cezalandırma ve idam cezası verme yetkisine sahibiz.” Başka bir deyişle, Çeka aynı zamanda muhbir, polis, hakim, gardiyan ve cellattır. O, kararlarına itiraz edilemeyen ve eline düşenin nadiren kurtulduğu en yüksek otoritedir. Operasyonlarını hemen her zaman geceleri yapar. Bir bölgedeki ani bir ışık seli Çeka’nın olağanüstü hızlı otomobillerinin gürültüsü, halkı ürkütmenin ve dehşete düşürmenin sinyalleridir. Çeka gene iş başında. Bu gece tutuklanan bahtsızlar kimler acaba? Sırada kim var? Çeka devrim düşmanlarına karşı savaşmak amacıyla kurulmuştu. Ancak Çeka’nın ortaya çıkardığı her gerçek komplonun ardından, yeni uydurma ya da bizzat kendilerinin teşvik ettikleri komplolar çıkıyor. Çeka’nın en önemli unsurunun ajan ve provokatörler olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunlar tifüs salgını gibi Rusya’nın tüm atmosferini zehirliyorlar. Kurbanlarını kıstırmak ve onları tehlikeli karşı-devrimciler ve spekülatörler olarak cezalandırmak için, ne kadar iğrenç ve korkunç olursa olsun, her türlü vasıtayı kullanmaktan çekinmiyorlar. Gerçekte ise Çeka’nın bizatihi kendisi karşı-devrimci saldırıların ve emsalsiz spekülasyonların yuvasıdır.

Her komünist, parti disiplini gereği, her zaman Çeka’da görev yapmakla yükümlüdür. Ancak Çeka mensuplarının büyük çoğunluğu eski Çarlık Okhrana’sının, Kara Yüzler’in elemanlarından ve ordunun eski üst rütbeli subaylarından oluşmaktadır. Bunlar barbarca yöntemler kullanmak konusunda ihtisas sahibi kişilerdir. Batılı ülkelere Rusya’da, başlarında işçi ve köylülerin bulunduğu halk mahkemeleri üzerine yazılmış parlak raporlar verildi. Çeka’nın alanında bu tür mahkemelerin esamesi bile okunmaz. Oturumlar gizlidir. Sözüm ona sorgular, tabii yapılıyorsa, her tür adaletin grotesk bir biçimde çiğnenmesinden başka bir şey değildir. “Sanık” daha önceden üretilmiş delillerle karşı karşıyadır. Ne tanığı vardır, ne de savunma imkanı verilmiştir. Bu dehşet odasını terk ederken serbest mi bırakılacağı, yoksa hüküm mü giyeceği konusunda bir fikri yoktur. Bir gece hücresinden geri getirilmemek üzere alınıp götürülene kadar sinirleri harap eden sürekli bir belirsizlik içinde yaşar. Ertesi gün bir Çeka mensubu kalan pılı pırtıyı almak için hücreye gittiğinde, diğer tutuklular, soğukkanlılıkla işlenen sonu gelmez cinayet serisine bir yenisinin daha eklendiğini öğrenmiş olurlar. Ya akraba ve arkadaşlar? Onlar, günler haftalar boyu Çeka merkez binasının bulunduğu Lubyanka sokağında sıraya girer, bir önceki gece kurşuna dizildiğini öğrenecekleri güne kadar sabırla yakınlarından bir haber beklerle. Böylece bu kederli insanların trajedilerine ve acılarına bir de aşağılanma eklenmiş olur.

Çarlığın eski Okhrana’sının yaptığı gibi Bolşevik Okhrana da yaptığı alçakça şeyleri halktan gizliyor. Ama gerçek günün birinde gün ışığına çıkacak. Çeka’nın duvarlarının arkasında yapılan korkunç işlerle- vahşi işkenceler, rüşvet, yaygın spekülasyon- ilgili şimdiden oldukça önemli yazılı materyal bulunuyor. Durum hakkında bilgi sahibi olmak için Bolşeviklerin muhaliflerine uzlaşmanız bile gerekmiyor. Çeka’nın kendisi de zaman zaman bize bu materyali sunuyor. Örneğin Çeka’nın haftalık yayın organının üçüncü sayısındaki bir yazıda işkencenin zorunluluğu savunuluyor: “Bu kadar duygusallık yeter” başlığını taşıyan yazıda kelimesi kelimesine şunlar söyleniyor: “-Rusya’nın düşmanlarına karşı mücadelede, onları itiraf etttirmek ve sonunda başka bir dünyaya göndermek için işkenceyi kullanmak zorunludur.” -Okuyucu asla Çeka’nın 1918’den itibaren ilerici olduğu vehmine kapılmamalıdır. Geçen yıl Profesör Tagantseff’in sözüm ona komplosu açığa çıkarıldığında tutuklulara dayak atıldı, içecek verilmeyerek işkence yapıldı ve ek olarak benzeri olağandışı “devrimci” yöntemler de kullanıldı. Bu bilgileri karşı devrimcilerden değil tutuklular arasında bulunan ve Çekacı yöntemlerin başarısına tanıklık eden çok dürüst bir komünistten aldım. Karşı-devrimciler arasında bir komünist mi? Bu nasıl mümkün olabilir? Çok basit. Çeka ağını attığında suçlularla birlikte suçsuzları da, gerçekte çoğunlukla suçsuzları da yakalar. Yoksa, bütün şehir duymadan örneğin 68 kişinin bir komploya katılması nasıl mümkün olabilir? Gerçekten de geçen yaz 68 kişi Petrograd’da Tagantseff komplosuyla ilişkilendirilerek kurşuna dizildi. Ve bu sayı Çeka’nın zindanlarında ölüme gönderilen suçsuz erkek ve kadınların, hatta çocukların küçük bir yüzdesini oluşturuyor.

Hükümetten tekrar tekrar bu korkunç örgütün gücünün sınırlanması talep edildi. Böyle bir deneme 1920 yılının sonbaharında yapıldı. Ama hemen bunun ardından Moskova’da işlenen suç sayısı hızla arttı ve “komplolar” sıklaştı. Tabii ki, Çeka’nın, Bolşevik devlet açısından vazgeçilmezliğini kanıtlaması gerekmekteydi. Bunun üzerinde Dzerjinski’ye açık bir teşekkür mesajı gönderildi ve bu mesaj Pravda’da yayımlandı. Petrograd Sovyeti’nin toplantılarının birinde Zinovyev, Dizerjenski’yi, “kendini devrime adamış bir aziz” ilan etti. Karanlık Ortaçağ’ın tarihi bu tür martirlerle doludur. Bolşeviklerin insanlık tarihinin en karanlık dönemini taklit etmek zorunda kalmaları ne korkunç.

Bu vesileyle, Bolşeviklerin, 1917 yılında geçici hükümetin asker kaçakları için ölüm cezasını yürürlüğe koyma girişimi sırasındaki tavırlarını hatırlamak ilginç olacaktır. O zaman Bolşevikler bu türden bir vahşete karşı çok şiddetli tepki göstermiş, ölüm cezasının insanlık açısından ne kadar barbarca ve alçaltıcı olduğunu savunmuşlardı. ekim Devriminden hemen sonra, Sovyetlerin İkinci Tüm Rusya Kongrelerinde Bolşevikler, diğer devrimci unsurlarla birlikte, bu cezanın kaldırılması doğrultusunda oy vermişlerdi. Bugün Razstrels (kurşuna dizme) Çeka’nın komünist devletçe kabul edilen ve bir komünist azizin yetkisi dahilinde uygulanan en gözde yöntemdir.

Peki, sosyalist devrimin yeni bir toplumsal yaşamın doğum eylemi olduğunu vazeden Marksizm ne olacak? Rusya’da uygulandığı şekliyle Bolşevik yöntem ve ilkelerde bunun bir işareti var mıdır? Bolşevik devletin kanıtladığı şey, kendisinin şimdiye kadar Rus devrimi açısından yok edici bir komplo olduğu ve böyle olmaya devam ettiğidir.

Rusya’da Sendikalar

Bolşeviklerin sendikal alanda göklere çıkarılan başarıları bana İbsen’in Hortlaklar’ındaki Bayan Alving’in şu sözlerini anımsatır: “Ben yalnızca bir düğümü çözmek istiyordum, ama onu çözer çözmez arkası çorap söküğü gibi geldi. Ve anladım ki insan yapısı şeylermiş bunlar; insanın uydurduğu derme çatma şeylermiş.”

Rusya’da yeni olan birinin en çok dikkatini çeken şeylerin başında sendikalar gelir. Düşünün bir kere: İş olanaklarıyla, eğitim programlarıyla, toplantıları ve konserleriyle devasa bir organizasyonda örgütlenmiş yedi milyon işçi, Hangi ülkenin böyle şeyleri vardır? İnsanın söyleyecek hiçbir şeyi kalmıyor. Ne var ki bir tek düğümü çözer çözmez arkası çorap söküğü gibi geliyor ve birden Bolşevik devlet aygıtı tarafından oluşturulmuş sendikaların, diğer Bolşevik kurumlarla kıyasla, daha uyduruk bir yapı olduğu farkediliyor.

Gerçekte Bolşevik rejim içerisinde sendikalardan söz etmek bile yanıltıcı bir yaklaşımdır. Sendika, en azından bolşevik Rusya’nın sınırları dışında yaşayan işçiler açısından belli tarihsel bir kavramı ifade eder. Muhafazakar anlamda bile sendikalar örgütlü işçilerin daha iyi ekonomik koşullar için mücadele merkezleridir. Devrimci anlamda sendikalar ya da doğru bir ifadeyle endüstriyel ve sendikal birlikler, sömürüye son vermek ve özgür bir toplumda üretimin idaresini bizzat işçilerin eline vermek için savaşan kitlelerin iktisadi eğitim okullarıdır.

Rusya’da ise sendikalar, ne muhafazakar ne de devrimci anlamda, işçilerin gereksinimlerini temsil etmiyorlar. Orada sendikalar Bolşevik devletin emrinde, onun askeri olarak eğitilmiş araçlarından başka bir şey değildirler. Lenin’in sendikaların göreviyle ilgili tezi, “sendikaların komünizmin okulları” olduğu yolundadır. Ancak gerçekte bu bile değildirler. Okul, fikir alışverişinin varlığını ve öğrencilerin inisiyatifini gerektirir. Oysa Rusya’daki sendikalar herkesin devletin emriyle girmeye zorlandığı, hareketli işçi ordularının askeri kışlalarından başka birşey değildirler.

Rusya’daki sendikalar kısa geçmişlerine rağmen (1905’ten itibaren) oldukça mücadeleci örgütlenmelerdi. Çarlık rejiminin korkunç baskısına karşı direnmek için böyle olmak zorundaydılar. Genellikle yeraltında çalışmak zorunda olmalarına rağmen Rus işçilerinin mücadelelerinde önemli bir unsurdular. Bu gerçeklik, Şubat Devriminin patlak vermesinden hemen sonra kendini güçlü bir biçimde gösterdi.

Güçlü bir biçimde Rusya’daki yeni ruh halinin etkisi altında olan sendikalar sadece politik özellik taşıyan değişimlerle yetinmek istemiyorlardı. Hedefleri işçileri ülkenin tüm iktisadi yapısının sahibi yapmaktı. İşçiler daha işletmeleri mülksüzleştirme işine girişmeden, sendikalar, birimin endüstriyel yaşamını kontrol etmek için kendi işyeri konseylerini örgütlemişlerdi. bu işyeri konseylerinden, daha sonra, diğer Sovyetlerle yakın işbirliği içinde faaliyetini sürdüren Tüm Rusya Sendikalar Sovyeti ortaya çıktı. Başka bir deyişle sendikalar, Bolşevik rejimin yerleşmesinden daha önce işçi sınıfının çaba ve taleplerinin örgütlü ifadesiydiler. Bunun sonucu olarak Rus sendikalarının Temmuz 1917’deki üçüncü kongresinde toplam 1.475.425 üyeyi temsilen 210 delge yer almıştı.

Proleterya diktatörlüğünün kuruluşu kısa sürede sendikalar üzerinde etkisini gösterdi. İşçi örgütlerine üyelik zorunlu hale getirildi. Çalışan herkes otomatik olarak sendikaya üye kaydediliyor ve hoşuna gitse de gitmese de aidat ödemek zorunda bırakılıyordu. Üyelik aidatı olarak maaştan yüzde üç oranında kesinti yapılıyor ve Rus işçisi özerklik ve insiyatifin her türden belirtisini yok eden bu örgütlenmeleri desteklemek zorunda kalıyordu.

Tüm Rusya Sendikalar Sovyeti 120, Merkez Yürütme Komitesi ise 11 üyeden oluşur. Fiili olarak bu kurumlara sadece komünistler seçilebilirler. Bunun sonucu, sendikaların devlet mekanizmasının basit dişlileri haline gelmeleri ve tüm taktik ve faaliyetlerinin bu mekanizma tarafından tam olarak kontrol ve idare edilmesi oldu. Ortalama üyenin, sendikanın faaliyetitlye ilgili söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Bolşevik fraksiyonun her sendikada tam olarak hakim olduğu ve yönlendirdiği toplantılar bir yana bırakılırsa, Batı Avrupa’daki anlamıyla düzenli sendika toplantıları da yoktur.

Herhangi bir sendikanın gerçek bir sendikacılık faaliyeti yapmaya yönelmesi halinde, ona hemen uygun bir dille, Avrupa ve Amerika’da sendikalar ne yaparlarsa yapsınlar, komünist devlet içerisinde sendikaların yasalara uymak ve daha ötesi için ağızlarını kapatmak zorunda oldukları anlatılır.

Bu konuda bir örnek: Büyük ve mücadeleci bir sendikada örgütlenmiş olan Moskova fırıncıları 1920 yazında ekmek istihkaklarının yükseltilmesini sağlamak amacıyla grev yaptılar. Hükümet sorunla fazlaca ilgilenmedi. Yerel örgütlenme dağıtıldı, sendikadan dışlandı ve aktif üyeler tutuklandı. Grevcilerin etkili sözcülerinin sendika toplantılarına katılmaları yasaklandı ve herhangi bir işe girme hakları ellerinden alındı.

Benzer bir yöntemi bolşevikler başka grevlerde de kullandılar. Böyle ilginç bir olay Moskova’da matbaacılarla çıkan anlaşmazlıklar sırasında meydana geldi. Hatta bu olayda grev bile sözkonusu değildi. Matbaacılar, o sıralarda Moskova’da bulunan İngiliz işçi temsilcilerinin de katılacak bir toplantı çağrısı yapmak “arsızlığında” bulunmuşlardı. Bu toplantıda Sosyalist Devrimci Parti’nin lideri Çernov ve seçkin bir Menşevik olan Dan konuşmuş ve İngiliz delegelere Rus sendika ve iş ilişkileri konusunda bazı açıklamalarda bulunma günahını işlemişlerdi. Toplantıdan kısa bir süre sonra matbaacılar sendikasının tüm çalışanları işlerinden atıldı, bir kısmı da tutuklandı. Ülkenin işçi sınıfının geri kalan kısmını da korku ve dehşete düşürmek için, bütün ülkede ve tüm resmi organlarda Moskova matbaacıları karşı-devrimciler, hainler ve “caniler” diye lanetlendiler.

Sendikalar üzerindeki zulüm o düzeyde mutlak ve ezicidir ki, en küçük protesto bile iş disiplininin bozulması ve devrime karşı işlenmiş suç olarak ihbar edilmektedir. 1921 Şubat’ındaki Petrograd grevi sırasında Baltık İşletmelerinin işçileri 22 arkadaşlarının tutuklanmasını protesto ederlerken, Petrograd Sendikalarının Başkanı Antseloviç, protestocuların hepsinin Çeka’nın eline verilmeyi hak ettiğini söylemişti. Birkaç gün sonra sözü edilen işyerlerinde çok sayıda işçinin tutuklandığı aramalar yapıldı.

Kısacası, Bolşevik Rusya’da sendikalar tümüyle devlet tarafından soğurulmuşlardır ve kalan tek işlevleri devlete polislik hizmeti vermektir.

Doğaldır ki bu durum, işçiler arasından çok ciddi rahatsızlıklara yol açmadan devam edemezdi. Gerçekten de hoşnutsuzluk 1920’de o kadar genel ve tehditkar bir hal aldı ki, hükümet durumu ciddi şekilde gözden geçirmek zorunda kaldı. Sendikaların görevi konusundaki tartışma 1920 sonlarında başladı ve kısa süre sonra komünist partisi içinde bile bu önemli konuda çok çelişkili yaklaşımların olduğu ortaya çıktı. Sendikaların kaderinin kararlaştırılacağı bu sıcak tartışmalara bütün komünist liderler katıldı. Ortaya atılan tezler dört ana çizgiyi temsil ediyorlardı.

Lenin ve Zinovyev’in başında olduğu ilk gruba göre, “proleterya diktatörlüğü altında sendikaların sadece tek görevleri vardır: komünizmin okulu olmak.”

İkinci grubun temsilcisi olan Riyazanov ve tarftarlarına göre sendikalar görevlerini işçilerin forumu ve ekonomik anlamdaki koruyucuları olarak devam ettirmeliydiler.

Üçüncü yaklaşım sadece askeri kategorilerle düşünebilen, askeri deha Torçki’nin çizgisiydi ve sendikaların zaman içinde kendilerini endüstrinin yönetici ve denetleyicileri olarak geliştireceklerini, ancak bugün sendika yönetiminin askeri yöntemlere göre belirlenmesi gerektiğini savunuyordu.

Sonuncu ve en önemli yaklaşım Bayan Kollontay ve Şilyapnikov’un sözcülüğünü yaptıkları, işçilerin gerçek düşüncelerini temsil eden ve onlar tarafından desteklenen “işçi muhalefetiydi”.

Bu muhalefet, sendikaların askerileştirilmesinin, işçilerin ülkenin iktisadi olarak yeniden inşasına olan ilgilerini körleştirdiğinde ve onların yaratıcı yetneklerini felç ettiğinde ısrar ediyor ve kitlelerin bürokratik devletin ve onun çürümüş bürokrasisinin boyunduruğundan kurtarılması ve halk güçlerinin yaratıcı etkinliğine fırsat verilmesi gerektiğini savunuyordu.

İşçi Muhalefeti, Ekim Devriminin kitlelere, tüm endüstriyel hayatın denetimini ellerine almak imkanı vermek için yapıldığını savundu. Kısacası İşçi Muhalefeti, Rus işçilerinin aktif kısmı arasında biriken protestonun ve genel memnuniyetsizliğin sözcüsüdür.

Esas kavga birbirlerini yalanlamak için, ülke çapında tarife dışı ayrı trenlerle kaçma kovalamaca oynayan Troçki ve Zinovyev arasında çıktı. Örneğin Petrograd’da Zinovyev’in etkisi o denli büyüktü ki, Torçki’ye tartışmalı konu üzerine oradaki Komünist Yerel Grup önünde görüşlerini açıklama izni verilmesi, ancak çetin bir mücadeleden sonra mümkün oldu.

Tartışma çok ciddi gerginlikler yarattı ve nerdeyse Komünist Partisi’nin bölünmesine yol açacaktı. Ama Tanrı Lenin’i korudu. Yaptığını binanın her sarsılışında Tanrı ona bir destek gönderiyor. Bu sefer işçi huzursuzlukları, 1921 Şubatında Petrograd’da süren çok sayıdaki grev ve Kronstadt ayaklanması imdada yetişti. Her ne pahasına olursa olsun komünist birliğin korunması gerekiyordu. Ve beybaba bu arada haşarı çocuklarının kulaklarından sırasıyla tutup, terbiye kurallarını gösteriyordu.

Lenin, İşçi Muhalefetini anarkosendikalizm ve küçük burjuva ideolojisini savunmakla suçlayıp, bastırılmasına hükmettti. Muhalefetin en etkili liderlerinden biri olan Şilyapnikov, Lenin tarafından “darıltılmış komiser” olarak tanımlandı ve kısa bir süre sonra, Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeliğine alınarak susturuldu.

Bayan Kollontay’dan, partiden atma tehdidiyle dilini tutması istendi. Onun tarafından yazılan ve muhalefetin tutumunun dile getirildiği broşür dağıttırılmadı.

İşçi Muhalefetinin bir kısım küçük yıldızlarına Çeka’da tatil yaptırıldı. Yaşlı ve tecrübeli komünist Riyazanov’a bile altı ay boyunca tüm sendikal faaliyetlerden el çektirildi. Lenin tarafından MArksizmin temel prensiplerinden bile bihaber olmakla nitelenip parti içinde gülünç duruma düşürülen Troçki ise, “Varşova Barışını” yaratmak üzere Kronstadt’ı bastırmaya gönderildi. Lenin ve Saint Just’ü(1) Zinovyev zaferi kazanıyor ve sendikalar gelecekte de “komünizmin okulları” olarak kalıyorlardı.

Yeni Ekonomi Politikası Rusya’nın tüm yapısını hızlı bir şekilde yeniden şekillendirmektedir. Sendikalar bu yeniden şekillendirmenin etkilerini ilk yaşayan kurumlar arasındalar. Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Aralık

1921’de Moskova’da yaplan bir toplantısında Yeni Ekonomi Politikası döneminde sendikaların faaliyeti konusu da konuşuldu. Konuyla ilgili kararname taslağını hazırlamak üzere Lenin, Rodjutak ve Andreyev’den oluşan bir komisyon seçildi. Taslak daha sonra, alışıldığı üzre, Tüm Rusya Sendikalarının Merkezi Sovyetleri tarafından oybirliğiyle kabul edildi. Bu tüzük, Lenin’in deri değiştirme yeteneğini göstermesi bakımından oldukça zihin açıcıdır. Kararnamedeki ilginç birkaç nokta şöyle sıralanabili:

1- Zorunlu üyelik sendikalarda bürokraratik bir sosysuzlaşmaya yol açmış ve bu yapıların kitlelere yabancılaşmasına neden olmuştur. Bu nedenle şu andan itibaren sendikalara isteğe bağlı üyelik ilkesinin uygulanması zorunludur. (Burada, çok sayıda işçinin aynı şeyleri savunmaya yeltendikleri için karşı-devrimci ve “cani” ilan edilip Çeka’nın zindanlarına atıldığı unutulmamalıdır.)

2- Sendikalara giren işçiler politik düşünceleri ya da dini inançları nedeniyle rahatsız ve huzursuz edilemezler. (Peki politik düşünceleri Bolşeviklere sempatik gelmediği için aşağılanan ve korkutulan sayısız kurbana ne olacak?)

3- Rusya’nın iktisadi olarak yeniden inşası, gücüne en sıkı şekilde bireysel yönetimin ellerinde yoğunlaşmasını zorunlu kılıyo. Bu nedenle sendikalar özel kapitalistler tarafından mülk edinilen ya da kiralanan işletmeleri kontrol atlına almaya yeltenemezler. Kuşkusuz Lenin2in sendikaların rolüne ilişkin düzenlemeleriyle desteklenen Yeni Ekonomi Politikası kapıyı yeni iş sorunlarına ve kaçınılmaz çatışmalara ardına kadar açmaktadır. İşçi ve işveren arasında çıkacak tüm çatışmaların giderilmesi sendikalar dışındaki “daha yüksek bir organın” insiyatifine verilmelidir. Anlaşmazlık durumunda zorunlu olarak uzlaşmazlık mahkemelerinin “en yüksek otoritesinin” ise Komünist Parti ve Üçüncü Enternasyonel’den başkasının olmayacağı Lenin’in komisyonu tarafından şimdiden ima edilmiş bulunmaktadır.

Burada Komünist Enternasyonel’in, Avrupa ve Amerika’daki işçi örgütlerini kontrol altına almak için herşeyi yaparken, Rus işçileri üzerindeki eemenliği de sürdürmek niyetinde olduğu açıkça görülüyor.

Yeni Ekonomi Politikası döneminde Rus işçisinin durumu, geçmişe, devrimin patlak verdiği döneme göre daha da kötüleşmiş bulunmaktadır. O, şimdi devrimci değişimin sonucu olarak kalan son güvencelerini de kaybetmiş bulunmaktadır. ÖZellikle çalşma saatleri konusunda durum böyledir.

Rusya’da son dört yılda neredeyse genel bir kurum olarak varolan sekiz saatlik işgünü bugün fiilen ortadan kalkmıştır. Resmi yayın organı Pravda’ya göre 1921 Aralık’ında durum şöyledir: 695 endüstriyel işletmenin sadece 86’sında sekiz saatlik iş günü uygulanmaktadır. Geri kalan işletmelerin çoğunda günde dokuz saat çalışılmaktadır. 44 işletmede 10-12 saat arası, 11 işletmede 14-16 saat arası çalışmakta, 44 işletmede ise herhangi bir çalışma saati sınırlaması bulunmamaktadır. Bazı işletmelerde 12-14 saat arası çalışan çocuklara bile rastlanmıştır.

En acımasız biçimde sömürülen, günde 12-18 saat arası çalışan fırıncılardır. Bu rakamlar sadece Rusya’nın başkenti Moskova’daki iş koşullarına ilişkindir. ;Taşrada durum daha da kötüdür. Örneğin, Don kömür ocaklarının maden işçileri kesintisiz 16-17 saat çalışmaktadırlar. Devlete ait Witebsk deri fabrikasındaki normal iş günü 12 saattir. İkinci Tüm Rusya İş Güvenliği Konferansının yerel temsilcisinin raporuna göre Astrahan’ın balıkçılarıknda iş günüyle ilgili hiçbir sınırlama yoktu.

Bu örneklerden yeni devlet ve özel kapitalizminin Rus işçisne ne tür yararları olduğu görülebilir.

Buna rağmen Rus Devrimi tümüyle boşuna olmadı. O, kitlelerin içselleştirdiği birçok kavramı ve imgelemi değiştirdi. Bugünün Rus işçisi artık geçmişin itaatkar kölesi değildir. Politik teranelerden bıkmış durumda ve bunlara artık inanmıyor. Arkadaşlarıyla birlikte yeni işçi örgütlenmelerinde bir araya gelme olanağı bulduğunda, çıkışı kuşkusuz doğrudan yöntemlerle arayacaktır.

Lenin ve sadık taraftarları tehlikeyi görüyorlar. Onların işçi muhalefetine saldırıları ve anarko sendikalistlere yönelik takibatları giderek yoğunlaşıp sertleşiyor. Peki, anarko sendikalizmin yıldızının doğruda parlama şansı var mı? Kim bilir? Rusya mucizeler ülkesidir.

1: 1789 Fransız devrimi döneminde Robespierre yakınlığıyla ünlü politikacı Saint Just’a gönderme yapılıyor (ç.n)

Rusya’da Çocukların Durumu

Bolşevik devletin yarattığı ve herhangi bir doğrultudaki her tür ciddi çabayı başarısız kılan uğursuz çemberin vahim sonuçları, hiçbir yerde Bolşeviklerin çocukların durumunu iyileştirmek için giriştikleri çabalarda olduğu kadar açık biçimde ortaya çıkmıyor. Rusya’da çocukların yaşamı konusundaki birçok rapor, gerçeği yansıtmasa da, bu alanda ciddi bir çabanın harcanmış olduğunu göstermektedir. Peki, bu çaba neden başarısız kalmıştır?

Ekim Devriminin ikinci yıldönümünde New York’da, Madison Square Garden’daki bir toplantıda konuşmacılardan birinin anlattıklarının bende yarattığı etkiyi tüm canlılığıyla anımsıyorum. Adam Rusya’dan yeni dönmüştü. Onun Rusya’da çocuklarla karşı davranış ve onlara gösterilen itinayla ilgili sözleri dinleyicilerde büyük bir hayranlık uyandırıyordu. Ve benim kalbim, bu ülkenin halkı için, yüzyılların boyunduruğunu omuzlarından silkeleyip atan ve şimdi “çocuklarla el ele” hedeflerine yürüyen kitleler için çarpıyordu.

Yüzen hapishanemiz Buford gemisindeki(1) tüm seyahatim boyunca Rusya’daki çocuklara yapılanlarla ilgili düşünce beni korumuş ve içimi ısıtmıştı. Gelecek ne çok şey vaat ediyordu! Bu muhteşem yeni yaşama katılabilmek duygusu ne harikaydı! Rusya’ya vardığımda ise hesabımı, her tür inisiyatifi, her tür çabayı o uğursuz çemberi içinde boğan Sosyalist Devleti hesaba katmadan yaptığımı farketmek zorunda kaldım.

Bolşeviklerin çocuk ve çocuk eğitimi ile ilgili ellerinden geleni yaptıkları doğrudur. Rusya’daki çocukların sefaletini engelleyememelerinin onlardan çok Rus devriminin düşmanlarının suçu olduğu da doğrudur. Müdahale ve ablukanın korkunç yükü en başta en zayıf olanların, çocuk ve hastalarının zayıf omuzlarına binmişti. Ancak daha uygun koşullar altında bile Bolşevik devletin bürokratik ucubesi, komünistlerin çocuklar ve eğitim için ortaya koydukları iyi niyeti ve gösterdikleri cansiperane çabaları bile felce uğratır, engellerdi.

Rusya’ya varışımın üzerinden ancak birkaç hafta geçtikten sonra bir okulu – Petrograd’taki en iyi okulu- ziyaret etme imkanım oldu. Okul “Kasathenaja Schkola”, yani model okul ya da tam çevirisiyle “gösteri okulu” olarak adlandırılıyordu. Bunun ne demek olduğunu ancak daha sonra kavradım. Okul, Avrupa Oteli’nde bulunuyordu ve bina ferah odaları, harika avizeleri ve lüks döşemesiyle eski ihtişamını epeyce koruyordu.

1920 kışında Petrograd’da yakacak sıkıntısı o derecedeydi ki, şehir neredeyse soğuktan kırılacaktı. Bu nedenle çocukların mümkün olan en az sayıda odada toplanmaları gerekmişti. Ancak odalar temiz, bakımlı ve rahattı. Altı ile on üç yaş arasında olan çocuklar sağlıklı, iyi beslenmiş ve mutlu görünüyorlardı. Nöbetçi doktor bana geniş mekanları, parıltılı, tertemiz yıkanmış bakır kap kaçağıyla mutfağı gösterdi ve ayrıntılı bilgi verdi.

Okul, çocukların bir süre ağırlanıp sonrasında başka yerlere dağıtıldıkları bir tür merkezdi. Buraya ülkenin her tarafından, çoğunlukla da kırsal kesimden çocuklar getiriliyordu. Çocuklar geldiklerinde genellikle hasta, zayıf ve bitli pireli olurlardı. Burada yıkanıp temizleniyor, tartılıyor, beslenip tedavi görüyorlardı. Belli bir süre okulda kalıp ilk temel okul bilgilerini alıyor, sonra da başka çocuk okullarına gönderiliyorlardı. Burada gördüklerim, üzerimde büyük bir etki yaratmıştı. Gerçekte gördüklerim, Rus çocuklarıyla ilgili yapılan büyük şeylere ilişkin Amerika’da aldığımız raporların tümüyle bağdaşmakta olduğunun deliliydi.

Bu muhteşem tabloyu bir küçük uyarı bozuyordu. Rehberim doktor hanımın laf arasında söylediği bir şeyden, bazı çocukların “diğer çocuklardan ayrı tutuldukları” için görülemeyeceklerini öğrendim.

“Bulaşıcı hastalık olmalı herhalde” diye sordum. “Hayır” dedi bayan, “Bunlar, diğer çocuklardan ayrı tutmamız gereken küçük hırsızlar.”

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Gözümün önüne öğretmen olarak, Ernest Crosby’nin anlattığı Tolstoy geliyordu. Çocuklardan birisi okulda bir şey çalar. Diğer çocuklar onu hırsız olarak niteleyip, öğretmenden çocuğu cezlandırmasını isterler. Çocuklar ve öğretmen birlikte minik suçlunun boynuna “hırsız” yazılı bir yafta asılmasına karar verirler.

Tolstoy yaftayı suçlanan çocuğun boynuna asmak için uzandığında, onun aşağılamasıyla sessiz ithamın karışımını ifade eden bakışıyla sarsılır. Hayır, suçlu olan çocuk değildir. Suçlu o, yani Tolstoy ve diğer çocuklardır -bir çocuğu hırsız olarak damgalayabilecek kadar acımasız olan toplumun tümüdür.

O günden sonra Tolstoy’un okulunda hiçbir çocuk cezalandırılmaz. Ancak burada, büyük, özgür ve devrimci Rusya’da çocuklar cezalandırılıyor, diğer çocuklardan yalıtılıyor ve onlardan sürekli olarak “ahlaki kusurlular” diye bahsediliyor. Bu durum beni rahatsız edip tereddüde düşürdüyse de, Avrupa Oteli’nin verdiği olumlu izlenimin kaybolmasına izin vermemiştim.

Bundan kısa süre sonra, uzun yıllar öncesinden Amerika’da tanıdığım bir kadın ziyaretime geldi. Şubat Devriminden kısa süre sonra eşi ve çocuk yaştaki oğluyla birlikte doğduğu memlekete geri dönmüştü. Ekim günlerinin önemli olaylarına katılmış, o zamandan beri de çeşitli işlerle meşgul olmuştu. Ancak temel ilgisi çocukların bakımıydı. Beni ziyarete geldiği zaman “yatılı” bir kız ilkokulunun müdürlüğünü yapıyordu. Kadın bana uzun uzun işinden, çocuklardan ve okulu için en gerekli şeyleri almak için vermek zorunda kaldığı sürekli mücadeleden söz etti. Kadının anlattıkları, benim Avrupa Oteli’nde gördüğüm her şeyle öylesine açık biçimde çelişiyordu ki, ona inanmam imkansızdı. Öte yandan, arkadaşımın tam anlamıyla samimi ve güvenilir bir kişi olduğunu da biliyordum. Durum bana açıklanamaz gibi görünüyordu.

Arkadaşımı akşam yemeğine çağrıdım. Derme çatma mutfağımda patates soymakla meşgulken, Amerika’daki ortak tanıdıklarımız, Ekim Devrimi ve onun diğer ülkelerin ezilen sınıfları üzerindeki etkileri üzerine konuşuyorduk. Arkadaşım birden beni, “kabukları atma” diye uyardı. “Neden? Ne demek istiyorsun?” diye sordum. “Çocuklar bunlarla patates pastası yapıyorlar ve bunu çok seviyorlar,” diye yanıtladı arkadaşım. “Çocuklar mı? Peki ama nasıl olur? İlk istihkakı onlar almıyor mu?” Gözümün önüne tekrar çocukların süt, kakao, pirinç, yulaf ve hatta etle beslendikleri Avrupa Oteli gelmişti.

Arkadaşım gülümsedi. “Okuluma gel ve her şeyi kendi gözlerinle gör,” dedi.

Onu okulunda bir değil, birçok kez ziyaret ettim ve madalyonun öbür yüzünü de gördüm. Ama hala ikna olmak istemiyordum. Arkadaşımın okulunun 65 öğrencisi vardı. Çocukların yiyecekleri az ve kalitesizdi. Bunların çoğu yakınlarının köyden gönderdikleri yiyeceklerle karnını doyuruyordu. Kışlık giyecekleri azdı ve çoğunun ayakkabısı yoktu. Arkadaşım, zamanının ve enerjisinin büyük bir kısmını eğitim komiserliğinin çeşitli bölümlerinde harcıyordu. Altmış beş çocuğa yirmi kaşık alabilmek için iki hafta gerekmişti. Yüksek bürokratlarca kabul edilene kadar sırada beklemenin de dahil olduğu bir aylık her türden yoğun bir uğraştan sonra 25 çift kar ayakkabısı alabilmişti. Bunları 65 çocuk arasında, kıskançlığa, nefret ya da kavgaya neden olmadan dağıtabilmek çok ciddi bir muhakeme ve önsezi gerektiriyordu.

Bu okulu ziyaret ettikçe birşeylerin yolunda gitmediğine ilişkin inancım güçleniyordu. Avrupa Oteli’ndeki çocukların bakımıyla Kronwerski sokağında bulunan okullardaki çocukların bakımları arasındaki bu farklılık başka türlü nasıl açıklanabilirdi? Orada çocuklara her şeyin en iyisi veriliyordu -yiyecek, elbise, odalar, konserler, dans gösterileri. Genel durum dikkate alındığında gerçekten sunulanlar çok fazlaydı. Burada ise o kadar az şey veriliyordu ki, çocuklar sürekli açlık çekiyorlardı. Verilen az şeyip bulup buluşturmak da ancak çok büyük çabalarla mümkün oluyordu.

Kısa sürede iki şeyden emin oldum: Rusya’da bütün çocukları aç ve açıkta bırakmayacak kadar yiyecek ve giyecek yoktu. İkincisi, Bolşevikler dışardan gelecek heyetlere, delege ve gazetecilere göstermek üzere, her şehirde vitrin hizmeti görecek “gösteri okulları” açmayı gerekli görüyorlardı. Bu okullar her şeyin en iyisini alıyorlardı. Arta kalanlarsa, elbette ki büyük çoğunluğu oluşturan diğer okullar arasında paylaştırılıyordu.

Sadece bu “gösteri okulları”nı görme fırsatı bulup, çocukların bakımını buna göre değerlendirenler, ülkeyi, Rus çocuklarının büyük çoğunluğunun Bolşevik rejim altında yaşamaya zorlandıkları gerçek koşullar hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan terk ediyorlardı.

Rusya’da yaşanmakta olan korkunç sefaletin esas sorumlusu müttefiklerin müdahalesi (istilaları) ve ablukalarıdır. Ancak en azından elde olanlar, çocukların gereksinimlerini karşılamak için olabildiğince adil dağıtılabilirdi. Bolşevik sistem, işçiler konusunda yaptığı gibi, çocuklarla ilgili de aynı adaletsizliği ve eşitsizliği yarattı. İşçiler için resmi olarak belirlenen ve uygulanan değişik istihkak kategorileri mevcuttu.

Çocuklar açısından, sadece daha gayri resmi olan aynı durum söz konusuydu. “Gösteri okulları” yıkıcı ve moral bozucu bir etki yaratıyor ve özel ayrıcalıklar ortaya çıkarıyordu. Ve bu durum, bir kere daha, gerek öğretmenler, gerekse öğrenciler üzerinde vahim bir etki yaratan anlamsızlık, ikiyüzlülük ve sahtekarlık atmosferini pekiştiriyordu.

Ancak Bolşeviklerin gerek bu alandaki, gerekse başka alanlardaki en yoğun çabalarını bile esas olarak verimsiz ve etkisiz kılan, yarattıkları bürokrasinin çarpaşık mekanizmasıyla devetletçi merkeziyetçilikti.

Yüz yıl önce Gogol, “Ölü Canlar” adlı büyük eseriyle yurttaşlarını ayağa kaldırmıştı. Kitap, Rus feodalizmini ve onun yarattığı asalaklığı hedef alan ağır bir suçlamaydı. Bugün Rusya’da “Ölü Canlar” yeniden hayat buldu, fakat bugün onları teşhir edecek bir Gogol yok. Böyle biri var olsaydı bile, bugünün Rusya’sında ona Gogol’un kendi döneminde gösterilen dikkat gösterilmeyecektir.

Günümüzün “Ölü Canları” nerededirler? Aşağıdaki örnek bize bu durumu en iyi biçimde gösterecektir. Bütün çocuk yurtlarının, bütün ilköğretim okullarının, eğitim kurumlarının, gerçekte çocuk ya da yetişkin barındıran her kurumun, kurumda yaşayan insan sayısına göre giyecek ve yiyecek istihkakı vardır. Bütün kurumlar, varolan şeyleri dağıtan merkezi dağıtım birimlerine (Petrograd’da Petrograd Komünü, Moskova’da Moskova Komüni gibi) bağımlıdırlar. Bir kurumun kendine gerekli olan şeyleri sağlayabilmesi için, bütün bir memurlar (Tschinowniki) ordusunun imzalayıp parafe ettiği çok sayıda kağıt gereklidir.

Ancak bu memurlar bir hediye almadıkları sürece işleri sistematik olarak ağırdan alırlar. Böylelikle, memurlara ve ilgili kurumun “muhasebecilerinin” aç arkadaşlarına “avanta” kalması için gerçekten de kurumda yaşayanların sayısından çok sipraiş vermek gerekmektedir.

Arkadaşımın okulunda 65 çocuk vardı. Daha önceki bütün yöneticileri bu sayıya belli sayıda uydurma isim -Ölü Canlar- ekleyerek, elde kalan fazla istihkakı rüşvet olarak verip, işlerini hızla hallediyorlarmış. Bu yolla çeşitli idari kurumlarda “etki” sahibi olduktan sonra, okulu ihmal etmekten, çocuklara kötü davranmaktan ve kurumda yaşayanların istihkaklarıyla spekülasyon yapmaktan çekinmiyorlarmış. Ne de olsa artık “yukarıda arkadaşları bulunmaktaydı.”

Rusya’da yaygın olan bu uygulamanın sonuçları gözler önündedir. Ancak arkadaşım böyle bir gidişata ortak olmayı ve listesine “Ölü Canlar” eklemeyi reddediyordu. O, listeye eklenen her Ölü Canın gereksinimleri zaten yeterli ölçüde karşılanamayan birkaç çocuğun hakkını gasp ederek bilincindeydi.

Arkadaşım, bölgesindeki sayısız müfettişi, kontrolörü, düzeltmeni beslemeyi reddetti. Sonuç, ilgililerin yiyiyce çevresine karşı yürütülen ve arkadaşımın sağlık durumunu sarsan, işinin iptal edilip, kelimenin tam anlamıyla sokağa atılmasına neden olan uzun ve acılı bir mücadeleydi. Arkadaşım, Petrograd Eğitim Müdürlüğü’nün başındaki “kadın yoldaş”ın dikkatini bu olaya çekmek için boş yere çabaladı. Bayan Lilina’nın vakti yoktu ver arkadaşımın okulunu asla ziyaret etmedi. “Gösteri okulları” bütün vaktini alıyordu. Daha ötesi, Bayan Lilina’nın olayın üstüne gitmesi kolay olmazdı. Komünistlere karşı tavır alan “ötekilere” özen göstermek adetten değildi. Ayrıca bu işlere karışmak tehlikeliydi de.

Bayan Lilina’yı daha sonra tanıma fırsatı buldum. Bende, kendisini işine adamış ciddi bir kadın izlenimi bıraktı. Ancak aynı zamanda partisinin gözü kapalı bir taraftarıydı. Okullardaki koşullarla ilgili bilgi edinmek konusunda tümüyle, hepsi de komünist olan, kendi denetimindeki insanlara bağımlıydı. Rusya’da bir insanın işe yararlılığının ve dürüstlüğünün kanıtı Komünist Partisi’ne mensup olmasıdır. Böyle bir durumun zorunlu sonuçlarını burada yeniden vurgulamaya gerek yok.

Bolşeviklerin okullarındaki çocukların kısmi açlıklarına ilişkin öğrendiklerimin mahiyetini, ancak zamanla ve acı bir şekilde kavradım. Önceleri bütün gücümle “Ölü Canlar” yönteminin her yerde geçerli olduğuna inanmamaya çalıştım. Ancak ortalıkta o kadar çok delil vardı ki, sonuçta fazla direnemedim. Yanıbaşımda, Astoria Oteli’ndeki “Sovyetlerin İlk Evinde” iki çocuğuyla ufak tefek bir kadın otururdu. O da bir komünist, fakat “Ölü Canlar” yöntemine şiddetle karşı çıkan bir komünistti. Değişik çocuk kurumlarında çalışmaktaydı ve bana sadece Krnowerski sokağındaki okulda gördüklerime teyit etmekle kalmayıp, ayrıca aynı uygulamaların günlük hayatın bir parçası olduğu çok sayıda başka okul da gösterdi.

Her yerde yarı aç çocukların sırtında “Ölü Canlar” yaşıyordu. Komşum, iki çocuğuyla -üç yaşında bir oğlan ve dokuz yaşındaki bir kız çocuğu- yaşamak zorunda olduklarını anlatmıştı. Çocukların ikisi de bir çocuk kolonisine yerleştirilmişti. Ama orada yeterince yiyecek verilmediği için anne, dar geliriyle onlara düzenli olarak yiyecek göndermek zorunda kalıyordu. Altı ay sonra çocukların ikisi de hastalanmış ve zorunlu olarak annelerinin tek gözlü barınağına geri gönderilmişlerdi. Kız çocuğunda yetersiz beslenmenin sonucu korkunç bir egzama ortaya çıkmış, oğlan ise bir deri bir kemik kalmıştı.

Ciddi ve çalışkan bir komünist olan komşumla arkadaşlığımız ilerledi. Ondan, çocukların genel durumuna ilişkin çok şey öğrendim. Gün geçtikçe aslında komünistlerin çocuklar için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını, ancak tüm bu çabaların onların kendi devletlerinin yarattığı asalak bürokrasi tarafından boşa çıkarıldığını daha iyi kavramak zorunda kalıyordum. Ama özellikle çocuğun bile propaganda malzemesi olarak kullanılabileceği yolundaki anlayışları uğursuz ve vahim bir şeydi.

“Gösteri okulları”, özellikle de dışarıdaki çocuklar üzerinde en olumsuz etkiyi yaratıyorlardı. Bunlar, çocukların yüreğinde, adaletsizlik ve keyfi olarak yapılmış ayımcılık duygusu uyandırıyordu. Çünkü çocuk, yalanı dolanı daha çabuk ve daha kesin bir biçimde kavrıyor. “Gösteri okulları” yabancı basına malzeme hizmeti görürken, Rusya’daki çocukların büyük çoğunluğu dünyanın geri kalan kısmındaki proleter çocukları gibi ihmal ediliyordu. Her yerde imkanlardan ayrıcalıklılar yararlanıyor. Bolşevik Rusya da bu acımasız kuralın istisnası değil.

Yazının başında, bir kısım çocukların “hırsız” ve “ahlaksız” olarak damgalanıp diğer çocuklardan izole edilmelerinin beni ne kadar sarstığını belirtmiştim. O zamanlar bu davranışı Avrupa Oteli’nde görevli doktorun eski kafalılığına yormuştum. Fakat hükümetin resmi organı Pravda gazetesinde çıkan bir yazı ve aralarında Maksim Gorki ve Bayan Lilina’nın da blunduğu çok sayıda önde gelen komünistlerle yaptığım görüşmeler, beni onların hemen hepsinin “soydan gelen bir ahlaki düşkünlüğe” inandıklarına ikna etti. Hatta bazı pedagoglar bu “kalıtımsal ahlak düşkünlerinin” hapse atılmasını savunuyordu. Ancak bu kadarı, ortodoks komünistlerin duygusallıkla suçladıkları Genel Eğitim Komiseri Lunaçarski, Gorki ve ilerici unsurlara bile fazla geliyordu. Lunaçarski, bu barbarca öneriye karşı mücadele etti ve çok şükür ki başarılı oldu. Buna rağmen 1921 yılının Eylül ayında Moskova’daki Taganka Cezaevi’nde biri sekiz yaşının altında iki yüz çocuk tutuklu bulunuyordu.

Ben, Lunaçarski’nin de, Gorki’nin de bu konuda bilgi sahibi olmadıklarından eminim. Zaten uğursuz sistemin tüm laneti de burada yatıyor. Sistem, tepediklerin elinden altlarındaki güruhun ne yaptığını bilme olanağını alıyor. Taganka Cezaevi’nde çocukların varlığı, oraya atılan siyasi tutuklular tarafından gün ışığına çıkarıldı. Bunlar, dışardaki arkadaşlarına durumu iletiyorlar, onlar da Lunaçarski’yle birlikte olaya müdahale ediyorlar. Çocuklar ancak ondan sonra hapisten çıkarılıyorlar.

“Ahlaki olarak kusurlu” çocukların yerleştirildikleri okullar ve koloniler de cezaevlerinden çok daha iyi durumda değil. Komünist Gençlik Örgütü tarafından yapılan bir araştırma, Petrograd’daki bu tür okulların bazılarının durumuna ilişkin hüzün verici şeyler ortaya çıkardı. 1920 yılının Mayıs ayında pravda’da yayımlanan rapor, o çok sık yapılan suçlamaları doğruluyordu – “Ölü Canlar” uygulaması, çocukların istihkaklarıyla beslenen görevli sayısının artması, rüşvet ve beceriksizliğin diğer alışkanlıkları. Komisyon, örneğin bir okulda 125 çocuğa bakmak için 138, bir başkasında 25 çocuk için 38 görevli olduğunu tespit etmişti. Ve bu tür şeyler istisna değildi.

Bunun dışında komisyonun raporunda, çocukların korkunç biçimde ihmal edildikleri, kirli paçavralara sarıldıkları ve çok kirli, pis kokan, çarşafsız yataklarda yatmak zorunda bırakıldıkları vurgulanıyordu. Bazı çocuklar geceleri karanlık bir odaya kapatılarak, bir kısmı akşam ymeği verilmeyerek, hatta bazıları dövülerek cezalandırılıyordu. Rapor, resmi çevrelerde büyük sansasyon yarattı. Özel bir soruşturma açıldı, ama Amerika’da alışıldığı üzre, suçluların aklanmasıyla sonuçlandı. Komünist Gençlik Araştırma Komisyonu, olayları “abartmaktan” dolayı azarlandı. Karşı-devrimcilerin ekmeğine yağ süren raporun Pravda’da yayınlanmasının aslında bir hata olduğu ifade edildi.

Konu üzerine birkaç komünistle konuştum. Böyle şeylerin Sovyet Rusya’da nasıl mümkün olduğunu sordum. Bu soruma hep aynı beylik yanıtı alıyordum. “Güvenilir ve yeterli eleman yokluğu!” Ben de “ahlaki olarak kusurlu” diye damgalanan bu mutsuz çocuklarla çalışmak istediğimi söylüyordum.

“Lilina yoldaşı görmelisiniz,” diye akıl veriyorlardı. “Sizi iş arkadaşı olarak almaktan çok mutlu olacaktır.”

Birkaç gün sonra yoldaş Lilina’dan davet aldım. Lilina derin yüz çizgileri olan zayıf bir kadındı – Amerika’da elli yıl önce rastlanacak türden tipik bir okul müdiresi. Bana pedagoji ve psikolojinin en iyi yöntemlerinden haberdar olduğunu söyledi. Ben de ona çocuklardaki ahlaki düşkünlük teorisine inanmadığımı, hiçbir modern eğitimcinin böylesine eskimiş bir anlayışı savunmadığını, ahlaki olarak düşkün çocukların bile dejenere olmuş diye damgalanmaması gerektiğini söyleme küstahlığında bulundum. Onunla eğitimin modern yöntemleri konusunda konuştum ve Amerika’da, çocuklara yönelik iyicil ve günahkar gibi ahlaki kavramları reddeden hakim Lindsay’in ve daha birçoklarının suça eğilimli çocuklarla ilgili deneyimlerini aktardım. Bunları hepsi yiyeceğin ve her şeyin fazlasıyla var olduğu kapitalist bir ülke için doğru ve güzel şeylerdi. Ama açlığın hüküm sürdüğü Rusya’da ahlaki olarak kusurlu çocuklar uzun süren savaşın, devrimin ve açlığın sonucunda ortaya çıkmışlardı.

Bu görüşme bende, küçük kurbanlarla ilgili olarak bulunacağım her girişimin bu katı, dogmatik kadın tarafından sürekli olarak baltalanacağı yolunda bir izlenim bıraktı. O da kendi açısından komünist bir devlette çocukların eğitimini bir anarşiste teslim etmenin çok da akıllıca bir şey olmadığını düşünmüş olmalıydı. Sonuçta bu girişimimden bir şey çıkmadı.

Bu örneği, komünistlerin, sistemleri içindeki tüm rüşvet, görevi kötüye kullanmayı ve her tür beceriksizliği sürekli olarak güvenilir insan yokluğuna bağlamalarının temelsiz olduğunu göstermek için verdim. Rusya’da bulunduğum süre içerisinde, eğitim, ekonomi ve politika dışı başka alanlarda çalışmak isteyen şaşılacak derecede çok insanla karşılaştım. Ancka bunlar komünist olmadıkları için geri itilmiş, cesaretleri kırılmış ve her tür çabayı ve inisiyatifi başarısızlığa mahkum eden bir ispiyonculuk ağıyla çevrilmişlerdi.

Ukrayna’daki dört aylık gezim boyunca -tabii gayri resmi olarak- birçok çocuk yuvasın, ilkokulu, çocuk kolonisini görmek için yeterince fırsatım oldu. Ve her yerde aynı şeylerle karşılaştım: Her yerde iyi beslenmiş ve her açıdan bakımlı çocukların bulunduğu bir “gösteri okulu”nun yanında, açlığın hüküm sürdüğü normal okullar. Ve sık sık buralarda çalışan insanların, çocukların çıkarlarını savunmak için, bürokratik mekanizmayla canla başla nasıl mücadele ettiklerini gördüm. Ancak çabalar hep boşa gidiyor ve bunlar sonuçta o kadiri mutlak mekanizma tarafından betaraf ediliyorlardı.

Böyle durumlarda ne yapıldığına dair çarpıcı bir olaya yurt dışına çıkışımdan kısa bir süre önce Moskova’da tanık olmuştum. Bir bölgede, Rusya’da varolanlar arasında kendi türünde en iyi organize edilmiş ve donatılmış bir çocuk yuvası bulunuyordu. Yuvanın yöneticisi uzun yıllar eğitimcilik tecrübesi olan ve yorulmak bilmeyen bir eğitimci, ender rastlanabilecek bir kadın, bir idealistti. Çalıştığı birimde kararlı bir biçimde “Ölü Canlar” yöntemine karşı mücadele etmekte, Peter’i beslemek için Paul’ü soymayı reddetmekteydi. Alttaki bölümün memurlarını rüşvet vererek kazanmayı aklının köşesinden bile geçirmiyordu.

Böyle durumlarda alışılmış olduğu üzre çok geçmeden söz konusu yönetici aleyhinde bir kampanya başlatıldı. Bu bayağı saldırının yönetici beyni, çocuk yuvasının komünist doktoruydu. Yönetici kadına karşı, temeli olmasa da, akla gelebilecek her tür suçlama yapıldı. Bütün temelsizliğine rağmen entrikalar, kadının işinden atılmasına kadar devam etti. Bu aynı zamanda kadının odasını kaybetmesi anlamına da geliyordu. Kadın dört aylık bir çocuğun annesiydi. Aylardan sonbahardı. Hava soğuktu, nemli, insanın kemiklerine işleyen bir soğuk. Buna rağmen kurum için savaşmış olan kadına evi terk etmesi emredildi. Kadın, çocuğunun yaşamını tehlikeye atmamak için, kendisine binada başka bir oda verilinceye kadar bulunduğu odayı terk etmeyi reddetti. Bunun üzerine kadına bodrum katta, en az üç yıldır ısıtılmayan, karanlık ve nemli bir oda verildi. Bu mezarlıkta çocuk hastalığa yakalandı ve o zamandan beri acı çekmekte.

Lunaçarski’nin bu tür olaylardan haberi var mı? Diğer yönetici komünistler bunları biliyorlar mı? Bazılarının bildiğine şüphe yok. Ancak bunlar çok yoğun biçimde “önemli devlet işleriyle” meşguller. Daha ötesi, böyle “ufak ayrıntılar” konusunda duyarlılıklarını yitirmiş bulunuyorlar. Dahası onların kendileri de aynı uğursuz çeberin içerisine girmiş, devasa Bolşevik bürokrasisinin birer parçası haline gelmişlerdir. Onlar da parti üyeliğinin bir sürü günahı örttüğünü bilirler.

Rusya’da geçirdiğim iki yıl içinde çok sayıda kurumu gezdim, ama çok az sayıda mutlu çocukla karşılaştım. Sadece bir kez, Archangel şehrinde bir çocuğun içten güldüğünü gördüm. Bolşevik kurumlarındaki çocukların büyük çoğunluğu, genelde, yetimhanelerde yetişen çocuklarda görüldüğü gibi, renksiz ve donuk ir görüntü veriyorlar.

Bu çocukların içine sanki kasvet çökmüş; sadece ekmeğe değil, sevgiye ve özene de muhtaçlar – bunlar kimi kimsesi olmayan, yalnız çocuklar. Onların hikayelerinin, ortalıkta dolaşan ve Rusya’da çocukların yüzyılında söz eden masallarla uyuşmadığını biliyorum. Ama zaten niyetim bu masalların ebedileşmesine destek olmak değil.

Bolşevik rejimi diğer rejimlerden değerli kılan bir diğer faktör vardı -çocuk işgücünün kullanımına son verilmesi. Bu, insanları komünistlere teşekküre borçlu kılan en önemli kazanımdı. Ancak Lenin’in Yeni İktisat Politikası’nın ölüleri çabucak dirilttiği, kapitalizmin ve özel sömürünün yavaş ama emin biçimde tekrar yerleştiği bugün, Bolşevik hükümet çok geçmeden bu alanda da diğer medeni hükümetlerle aynı noktaya gelecek ve çocuk işgücünü milli varlığın büyük bir kaynağı olarak değerlendirmeyi öğrenecektir.

Çeviri: Yakup Coşar

Not: Bu metin 2008 yılında Dipnot Yayınları tarafından yayınlanmıştır.